Türkiye Ekonomisinin Gerçekleştirdiği İhracatın % 70’inin İthalata Bağımlı Olduğu İddiası Doğru Değil

Yanlış İddia

 

Ülkemiz ekonomisinin en önemli problemleri arasında uzun yıllardır vermekte olduğu cari açık başta gelmektedir. Bu nedenle de ihracatın artırılması her dönemde ekonomi politikalarının öncelikleri arasında yer almış ve ihracat rakamları ekonomi gündeminde önemli yer tutmuştur. Ancak cari açığın azaltılması için ihracatın artırılması tek başına yeterli olmamakta, ithalat rakamları da aynı seviyede önem taşımaktadır. İhracatın ithalata bağımlılık oranı konusu bu yüzden ekonomi ile ilgilenen herkesin dikkatini çekmektedir.

Bu konuda çok fazla tartışılan bir iddia, ihracatımızın %70’inin (yahut bazılarına göre %60’ının) ithalata gidiyor olmasıdır. Bunun tam olarak anlamı şudur: Yapmış olduğumuz 100 birimlik ihracat için, bu ürünlerin üretiminde kullanmak üzere 70 birimlik ithalat yapmak zorundayız. Eğer bu iddia doğru ise ihracatımız ne kadar hızlı artarsa artsın, %70’ini ithal girdiler oluşturduğu için ithalatımız da benzer bir hızda artacak ve cari açığımızı kapatmamız çok zorlaşacak demektir.

Bunu bir örnekle izah edelim: İhracat 100, ithalat ise 200 birim olsun. Bu, 100 birimlik bir dış ticaret açığı demektir. Eğer yukarıdaki iddia doğru ise yani ihracatın ithalata bağımlılık oranı %70 ise, ithalatın içindeki 70 birim ihraç edilen ürünlerin üretiminde kullanılıyor, kalan 130 birim ise ya doğrudan tüketiliyor ya da ülke içinde tüketilen malların üretiminde kullanılıyor demektir. Bu durumda, ülke içi tüketim aynı iken ihracat iki katına çıkarılsa, yani 200 birim olsa bile ticaret açığı (dolayısıyla da cari açık) bu düzeyde azalmayacaktır. İhracat 200 birim olduğunda bunun için gerekli olan ithalat da 140 birim olacak demektir. Kalan 130 birimle birlikte toplam ithalat 270 birime yükselecek, bu durumda da ticaret açığı 70 birim olacak demektir. Yani ihracat iki katına çıkmasına ve 100 birim artmasına rağmen ticaret açığı yalnızca %30 veya 30 birim düşecek demektir.

 

İhracatın %70’inin İthalata Bağımlı Olduğu İddiasına İlişkin Yorumlar

Türkiye’nin ihracatının ithalata dayalı olduğu ve ithal ürünlerin daha ziyade ihraç ürünlerin imalatında kullanıldığı söyleminin, cari açık probleminin kronik hâlini şiddetlenerek sürdürdüğü 2000’li yıllarda itibaren adeta ezberlenmiş gibi dile getirildiğine şahit oluyoruz. Ancak, bu iddianın kökeni net şekilde tespit edilemiyor.

O hâlde, kökeninden ziyade iddiayı dile getiren ekonomistlere odaklanalım…

Bu iddiayı savunan ekonomistlerden Mustafa Sönmez, iddiasını Dahilde İşleme Rejimi (DİR) verilerine dayandırmaktadır. Sönmez 2007 yılındaki yazısında ihracatın ithalata bağımlılık oranının %70’e yaklaştığını şöyle ileri sürmüştü:

İhracatın milli gelirin yüzde 20’sine ulaştığı, üretilen her mal ve hizmetin beşte birinin dışarı satıldığı masalının altında yatan gerçeği de anlatmak gerekiyor. Nedir o? O, yapılan ihracatın bileşiminde yüzde 70’e yakın oranda ithal girdi kullanılması gerçeğidir.

 

Türkiye imalat sanayiinin ihracata dönük sektörleri, giderek artan oranlarda ithalata, ithal girdilere bağımlı hale geliyorlar. Aşırı değerlenmiş döviz kuru politikası, sürekli ithal girdi kullanımını çekici kılmaya devam ediyor ve her geçen yıl, bu ithal bağımlılığını pekiştiriyor. Bu durumdan hem rekabette geri düşen yerli girdi üreticileri hem de onların istihdam ettiği nüfus çok olumsuz etkileniyor. İthalata bağımlı ihracat, işsizliğe tüy dikiyor.

 

2000-2005 döneminde ihracat yılda ortalama yüzde 19 artarken, imalat sanayideki büyüme yüzde 5,5’ten ibaret kaldı. İhracat artışı imalat sanayiini harekete geçiremedi. Buna neden olarak, ihracatın yerli üretimden beslenmemesi, ithal girdi kullanımının hızla artmasını gösterebiliriz.

 

Başka bir ifadeyle, ihracat artışlarının, yerel ekonomiye değil, Türkiye’ye girdi satan dış dünyaya bir büyüme ivmesi taşıması türünden bir çarpıklık pekişti. Bu işin ağır faturasını ise çoğunluğu KOBİ’lerden oluşan ara-mal üreticileri , yan sanayii ve çalışan sınıf çekti.

 

İhracatın ithalata artan bağımlılığına katkı yapan bir politika öğesi olarak ”dahilde işleme rejimi” adını taşıyan teşvik sistemi, ihracatın ana eksenini oluşturuyor. Bu sistem, yurtiçinde işleyerek belli bir süre içinde ihraç etmek şartıyla, ihracatçı sanayicilere vergi muafiyetleri ve istisnalar sağlıyor.

 

Bu teşvik sisteminin yürürlüğe girdiği 1996’dan itibaren, alınan teşvik belgesi adedinin ve öngörülen ihracatın sürekli artış gösterdiği dikkati çekiyor. Öyle ki, 1996-2001 döneminde bu yolla yıllık 14-15 milyar dolarlık ihracat yapılırken bu büyüklüğün 2005 yılında 38 milyar dolara yaklaştığı görüldü. Yine, öngörülen ihracat için öngörülen vergi muafiyetli ithalatın yıldan yıla payının arttığı, örneğin 2000’de yüzde 57 olan bu oranın 2005 yılında yüzde 66’ya yaklaştığı, 2006’nın ilk yarısında ise bu yolla yapılan ihracatın, bir önceki yılın aynı döneminin 3 milyar dolar gerisinde kalmasına karşılık ithalata bağımlılık oranının yüzde 68’e çıktığı dikkatleri çekiyor. Bu ortalama ithalat bağımlılığı bazı sektörlerde yüzde 75-80’leri bulabiliyor.

 

Mustafa Sönmez, Al Monitor’da 12 Mart 2019 günü yayımlanan “İhracatın İthalata Bağımlılığı % 60” başlıklı yazısında ise yine aynı yöntemi kullanarak bu oranı %60 olarak hesaplamıştı. Sönmez’in Türkiye’nin ihracatının ithalatına bağımlılık oranına ilişkin kullandığı ifadeler şu şekildeydi:

“İhracat üretime bağlı, üretim de ithalata. Başka bir deyişle ithalat yapmadıkça ihracat artamıyor. İhracat, ithalata yüzde 60 dolayında bağımlı. İhraç edilen otomotiv ürünleri, gıda, tekstil, konfeksiyon, demir-çelik, beyaz eşya gibi kalemlerin ihracat bedelinin yüzde 60’a ulaşan miktarı ithal girdi için harcanıyor. Bu ithalatı yapmadan üretim, üretim yapmadan da ihracatı sürdürmek mümkün değil.

…..

Yıldan yıla değişse de DİR çerçevesinde yapılan ihracat tutarının yüzde 60’ı dolayında teşvikli ithalat izni aldığı anlaşılıyor. Örneğin 2010 yılında 55 milyar dolarlık ihracat için 33 milyar dolarlık teşvikli ithalat izni alındığı ve bunun ihracatın yüzde 60’ına ulaştığı görülüyor. Yine 2017 yılında 62 milyar dolarlık ihracat için 34 milyar dolarlık teşvikli ithalat izi belgesi alındığı görülüyor. Bu da ihracatın yüzde 55’i demek.

2003-2017 aralığında bakıldığında ithalata bağımlılık ortalama yüzde 60’ı bulurken sektörden sektöre değişebilmekte. Ana metal, bilgisayar, elektronik gibi dallarda ithalata bağımlılık yüzde 75’i bulurken otomobilde genelde yüzde 60, gıdada yüzde 50 dolayına ulaşabiliyor.”

 

İthalatımızın İhracata Bağımlılığı Sanıldığı Kadar Yüksek Değil 

Bu konuyu İktisat ve Toplum Dergisi’nde yayımlanan (Mart 2019, sayı 101) “İhracatta İthalat” başlıklı yazısında ele alan Asaf Savaş Akat ise bu iddiaları şehir efsanesi olarak nitelendirmiş ve iddianın yaygınlığından ötürü duyduğu rahatsızlığını şöyle dile getirmişti:

Kent efsanesinin gücünden etkilenmemek mümkün değil. Fevkalade somut bir oran da getiriliyor: % 70. Böylece yapılan her 100 dolarlık ihracatın 70 dolarının ithal girdilerden oluştuğunu anlıyoruz. Aslında % 70 oranının kendisi de manidar; sağda solda sürekli aynı sayı tekrarlanıyor. Doğal olarak nereden çıktığını merak ettim. İlk iş kapsamlı bir Google taraması yaptım. Bir sürü link çıktı; teker teker kontrol ettim. İhracatla ilgili çalışmaların çoğunda ihracatta ithal girdi payının yüksek olduğu ifadesi yer alıyor, ama varsayım mı yoksa sonuç mu bir türlü anlaşılamıyor. Ayrıca ne bir oran veriliyor ne de bir ampirik araştırmaya referansa rastlanıyor. Ama belli ki bir yerlerde % 70 oranı hesaplanmış! Nerede? Kim tarafından?

 

Asaf Savaş Akat, Dahilde İşleme Rejimi (DİR) verilerinin tüm ihracata yönelik bir genellemeye izin vermeyeceğini ve ihracatın içindeki ithalat payının söylenenden çok daha düşük olduğunu iddia etmişti. Akat bahse konu yazısında, milli gelir hesaplarını kullanarak bu oranın imkânsızlığını ortaya koymuş ve OECD’nin bu konudaki çalışmalarına atıfta bulunarak Türkiye’de ihracatın içindeki ithalat payının %16,4 gibi çok düşük bir oranda olduğunu ve bu konuda, cari fazla veren Almanya ve Kore gibi ülkelerden bile daha iyi durumda olduğumuzu ifade etmişti.

Konuyu açıklığa kavuşturabilmek adına söz konusu OECD çalışmasının en son, yani 2018 yılında yayınlanan verilerini inceledik. OECD veri tabanında yer alan “Brüt İhracatın Katma Değer Kaynağı” (“Origin of value added in gross exports”) tablosuna göre, Türkiye’nin ihracatındaki yurt dışı kaynaklı katma değer oranı 2005-2015 yılları arasında %15,4 ile %20,5 arasında değişmektedir. Söz konusu oranlar herhangi bir ithal girdi kullanması söz konusu olmayan hizmet ihracatını da kapsamaktadır. Yalnızca imalat sanayii verilerine bakıldığında ise ihracatın ithalata bağımlılık oranının %21,1 ile %27,2 arasında değiştiği görülmektedir.

 

ihracaatta yabancı katma değeri
OECD’nin TiVA göstergeleri 2018 güncellemesi kapsamında paylaştığı “İmalat sanayii ihracatındaki yabancı katma değeri” (“Foreign value-added share of manufactured exports”) grafiği

 

Türkiye’nin ithal ettiği girdilerin toplam ihracatındaki payına, yani ihracatının ithalat içeriğine ilişkin OECD’nin yayımladığı 2016 yılına ilişkin son istatistiğe göre ülkemizin brüt ihracatının yabancı katma değerli payı % 16,5 seviyesindedir.

 

ihracat içindeki ithalat payı
OECD’nin ihracattaki ithalat girdisi oranına ilişkin grafiği

 

OECD’nin 2016 Türkiye Raporu’ndaki (OECD (2016), OECD Economic Surveys: Turkey 2016, OECD Publishing, Paris) bulguları özetleyen OECD’nin Türkiye Masasından uzman Volker Ziemann tarafından hazırlanan notta Türkiye’nin küresel değer zincirlerine eklemlenme başarısı ele alınmıştı (Volker Ziemann (2016). “Reaping the benefits of global value chains to rebalance the Turkish economy“). OECD’nin yayımladığı “Ticaretteki Katma Değer” (“Trade in Value Added“) istatistiğini baz alan analizde ihraç edilen nihai ve ara malların üretiminde yabancı girdinin kullanılmasını tanımlayan “geriye dönük entegrasyon” (“backward integration”) ve bu durumun tam tersini oluşturan, başka ülkelerin ithal ihraç ettiği nihai ve ara malların üretmindeki ülkemiz katkısını tanımlayan “ileriye dönük entegrasyon” (“forward integration”) endekslerinin sırasıyla % 25 ve % 15 civarında olduğu aktarılmıştı.

 

türkiye küresel değer zincirlerine katılım

 

OECD’nin yayımladığı istatistiklere değindikten sonra, yukarıda aktardığımız verilerdeki farklılığın nedeninin ne olabileceği konusunda yine Asaf Savaş Akat’ın yazısına dönüyoruz. Öncelikle Mustafa Sönmez’in iddiasına kaynak teşkil eden veriler, Dahilde İşleme Rejimi kapsamında alınan “ithalat izinlerini” göstermektedir. Yani %60-70 oranları gerçekleşen ithalatın gerçekleşen ihracata bölünmesi sonucu elde edilmiş değildir. Gerçekleşen verilere bakıldığında bu oranlar %42 ile %49 aralığında yer almaktadır.

Her ne kadar DİR kapsamında elde edilen bir verinin ihracatın tamamına yönelik bir sonuç ortaya koymayacağı doğru olsa da DİR kapsamında yapılan ihracatın toplam ihracat içerisindeki payı %40-50 aralığındadır. Bu nedenle de OECD verileri ile Ticaret Bakanlığı verileri arasında bir uyumsuzluk olduğu anlaşılmaktadır. DİR kapsamında %45 civarında olan bir ithalat girdi payının %25’lere düşebilmesi için DİR kapsamı dışındaki ihracatın çok düşük oranlarda ithal girdi kullanması gerekmektedir.

Şeref Saygılı ve arkadaşları tarafından imalat sanayinin ithalat yapısı üzerine gerçekleştirilen araştırmada ise girdi-çıktı tabloları kullanılarak yapılan hesaplamada imalat sanayiinde ithalat girdi katsayısının 1979’da % 7,6, 1990’da % 12,8, 2002’de ise % 15,1 seviyesinde olduğu tespit edilmişti (Şeref Saygılı, Cengiz Cihan, Cihan Yalçın, Türknur Hamsici Band (2014). “Türkiye İmalat Sanayiinde İthal Girdi Kullanımındaki Artışın Kaynakları”. İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Cilt 29, Sayı 342, Sf: 9-44)

Bu konudaki bir başka çalışma da Erdal Özmen tarafından gerçekleştirilmiş. Özmen, farklı imalat sanayi sektörlerinde yurt-içi katma-değer oranlarına dair incelemesinde ihracatta yurt içi katma değer oranı 1995’teki % 89 düzeyinden 2000’de % 85’e ve 2008’de % 74’e düştüğünü tespit etmiş (Erdal Özmen (2015). “Türkiye’de Cari Açıklar, Dış Ticaret ve Finansal Kırılganlıklar”. İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Cilt 30, Sayı 351, Sf: 35-72).

Son olarak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası araştırma biriminden Yasemin Erduman, Okan Eren ve Selçuk Gül’ün 2019 yılında yayımlanan “The Evolution of Import Content of Production and Exports in Turkey: 2002-2017” (Türkiye’de Üretim ve İhracattaki İthal Girdinin Gelişimi: 2002-2017) başlıklı çalışmalarında bu konu ele alınmış ve söz konusu dönemde ihracat içerisindeki ithal girdi payının ortalama % 31 olduğu sonucuna varılmıştır. DİR kapsamındaki veriler ışığında değerlendirildiğinde bu verinin daha tutarlı olduğu görülmektedir.

 

%70 Efsanesi Başka Verilerin Yanlış Anlaşılması Sonucu Oluşmuş Olabilir Mi?

%70 efsanesinin kaynağını ve buna karşı ileri sürülen verileri yukarıda tartıştık. Sonuca geçmeden önce, ihracat ve ithalatla ilgili kafa karıştırabilecek ve bu efsaneye zemin oluşturabilecek iki konuya değinmekte fayda olduğunu düşünüyoruz.

Bunların birincisi, ihracatın ithalatı karşılama oranıdır. Bir ülkenin cari denge ve dış ticaret dengesi incelenirken ele alınan önemli bir orandır. Basitçe ihracatın ithalat rakamına bölünmesi ile elde edilir ve özellikle cari açıktan mustarip ülkeler için toplam ihracat rakamına değil bunun ithalatı karşılama oranına bakılması gerektiği düşüncesi ile kullanılır. Ülkemiz için bu oran son yıllarda %70-80 aralığında gerçekleşmektedir. Dolayısıyla yukarıdaki %70 efsanesini besleme ihtimali olan bir veridir.

İkincisi ise ithalatın içerisindeki aramalı ithalatının oranıdır. Bu da ithalatın ne kadarının üretimde kullanıldığını gösteren önemli bir veridir. Bu oran da ülkemizde son yıllarda %70-75 aralığındadır ve bunun da %70 efsanesi kapsamında kafa karıştırabileceğini söylemek mümkündür. Ancak ithalatın ne kadarının üretime dönüşen aramalı ithalatı olduğu konusu, ihracatın ne kadarının ithal girdilerden oluşuğu konusundan çok farklıdır. Birincisi ithalatın büyük oranda yurtiçi üretime girdi sağlamak amacıyla yapıldığını gösterirken; ikincisi üretimin ve ihracatın ne kadar dışa bağımlı olduğunu göstermektedir. Toplam ithalat içindeki aramalı ithalatının yüksek olması üretimin ithalata değil, ithalatın üretime bağlı olduğunu göstermektedir. Nitekim yukarıda bahsetmiş olduğumuz Merkez Bankası çalışmasına göre de toplam üretimdeki ithal girdi payı %18 civarındadır.

 

Sonuç

Yukarıdaki veriler ve çalışmalar ışığında baktığımızda Türkiye’de ihracatın ithalata bağımlılık oranının %30’ların çok yukarısında olmadığı anlaşılmakta ve %70 efsanesi bu kapsamda son derece yanıltıcı bir oran olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yani, Türkiye’nin ihracatının ithalata dayalı olduğu ve ithal ürünlerin daha ziyade ihraç ürünlerin imalatında kullanıldığı iddiasının doğruluk payı bulunmamaktadır. İthalatın ağırlıklı bölümü yeniden ihraç odaklı değil, iç tüketim ve yatırım odaklı gerçekleştirilmektedir.

 

4 Yorumlar

  1. Selamlar;

    Yukarıdaki hesaplara enerji ithalatını da eklediğiniz zaman %60 üzeri rakamlara ulaşabilirsiniz.

    Türkiye’de yapılan üretim bellidir. Yapılan üretimin ihraç edilen yüzdesi bellidir. üretim için yapılan ara malı ithalatı bellidir. Bu verileri oranlarsak dediğiniz gibi daha düşük rakamlar elde edilir. Ancak, enerji ithalatımızın üretimde kullanılan değerini üretim için yapılan ara malı ithalatına eklersek sonuç değişmektedir.

    • Abdurrahman Reply

      Alında pek de dediğiniz gibi olmamakla birlikte yazıdan çıkartılan sonuç da doğru değil. İthat girdiler; ara mal, sermaye malı, enerji vs. ülkenin iç piyasasındaki satışlar için de harcanıyor. Yukarıdaki veriler brüt ihraç tutarının içindeki ithat girdileri oranlıyor. İhraç brüt, ithal net hesaplandığı için kesinlikle ihracatta-ithalat bağımlılığını doğru ölçemez. Buradaki asıl sorun iç pazara yönelik olan ürünler için de ithal girdilere yüksek oranda ihtiyaç duymamızdır. Ara mal ve sermaye malını kendimiz üretmedikçe, cari açık “sağlıklı ekonomik şartlarda” hiç bir zaman istenilen düzeye gelemeyecektir.

  2. İncelemeleriniz çok değerli, devamının gelmesi dileğiyle iyi çalışmalar dilerim

Yorumunuzu yazınız...