Hırsızı Yatak Odasında Öldürmenin Cezasının Olmadığı İddiası Bir Şehir Efsanesi

Yanlış İddia

 

* Furkan Göller’in katkılarıyla hazırlanmıştır

 

Türk Ceza Kanunu’nu (TCK) okumak yerine yaygın şekilde inanılan bazı asılsız rivayetler mevcut. Örneğin;

  • “Hırsızı yatak odanda vursan ceza almazsın”
  • “Hırsıza ancak yatak odanda müdahale edebilirsin”
  • “Boksörün yumruğu silah sayılır”
  • “Gözlüklü birine yumruk atmanın cezası 6 aydan başlar”
  • “Askerin / polisin düğmesini koparırsan 6 aydan başlar”
  • “Öğretmen vurunca 3 saniye içinde refleksle geri vurabilirsin”

Bugünkü konumuz; “hırsıza ancak yatak odasında müdahale edebilirsiniz, aksi halde suçlu duruma düşersiniz” söylemi.

Sosyal medyada yapılan hızlı bir tarama “hırsızı yatak odasında öldürmenin cezası yokmuş” iddiasına yaygın şekilde inanıldığını ortaya koyuyor. Ekşi Sözlük’teki “Eve Giren Hırsızı Yatak Odasında Beklemek” başlığını ya da WowTurkey’deki “Eve Giren Hırsızı Vurmak Artık Meşru Müdafaa Kabul Edildi” başlığını okumak da bu yanlış algının yaygınlığı hakkında fikir verecektir.

Sosyal medyada karşılaştığımız bir örneği paylaşacak olursak:

 

Yatak odasında hırsızı vurmanın yasal olduğunu sananlar
Yatak odasında hırsızı vurmanın yasal olduğunu sananlar

 

Görünen o ki “Olacak O Kadar” skeçlerine konu olabilecek “hırsızı yatak odanda vursan ceza almazsın” saçmalığı toplumun iliklerine işlemiş. Bu iddianın “hırsız evinde hangi bölümünde öldürülebilir?” şeklinde kategorize edildiği, hırsızın öldürüldüğü odaya indirgenen bir bakış açısıyla ele alındığı dahi görülebiliyor. Bu yanılgı nedeniyle birçok vatandaş, yatak odalarına bir hırsız girdiğinde silahla vurabileceklerini hatta hırsızı öldürmeleri halinde ceza almayacaklarını sanıyor.

 

“Yatak Odasında Hırsızı Öldürürsen Ceza Almazsın” Şehir Efsanesinin Kökeni

Toplumda köklü şekilde varlığını sürdüren bu şehir efsanesinin daha da yaygınlık kazanması Özcan Deniz’in evine giren hırsıza sadece yatak odasında müdahale edilebileceğinin başvurduğu Karakol’da kendisine aktarıldığını beyan etmesi ve bu beyanın basın yayın organlarınca haberleştirilmesi ile gerçekleşti. Özcan Deniz, polis tarafından kendisine “hırsıza ancak yatak odasında müdahale edebilirsiniz, aksi halde suçlu duruma düşersiniz” uyarısının yapıldığını şöyle öne sürmüştü.

“Bizim oralara uzun zamandır hırsızlar dadanmış. Benim evime de girdiler ve ben o sırada üst katta bulunan yatak odamda uyuyordum. Önemli olan, kimsenin canına bir şey olmadı. Galiba bütün kanunlar hırsızı koruyor. Polise başvurunca bilgiler almaya başladık. Hırsız evinize girebiliyor, malınıza hamle yapabiliyor. Ancak siz ona bir şey yaptığınız zaman, onun canına kastetmiş oluyorsunuz. Yani suçlu durumuna düşüyorsunuz. Evinize giren hırsızı gördüğünüz zaman, gidip yatacakmışsınız. Var mı böyle bir şey? Hırsız ancak yatak odanıza girdiğinde meskene tecavüz, cana kast sayılıyormuş. Peki o sırada ben evimin salonun da yatıyorsam ne olacak? Evimiz, kendimizi güvende hissettiğimiz yerdir. Birisi oraya girebiliyor ve kanun da buna cesaret verip, teşvik ediyorsa bu çok acı, çok kötü bir şey. Bu olay bir ay önce oldu ve hırsız hala bulunamadı. Buradan sesleniyorum, laptopumu getir arkadaş!”

 

Bu şehir efsanesinin kökeni ise aslında Yargıtay’ın (tespit edemediğimiz) içtihatlarının yanlış yorumlanmasına dayanıyor. Yanlış anlaşılmanın Yargıtay’ın ilk derece mahkemelerinin verdiği kararlara yönelik yaptığı incelemelerde evine hırsız giren şahsın hırsızı yatak odasında öldürdüğü dosyada verilen cezanın Yargıtay tarafınca “meşru savunma” hükümleri çerçevesinde bozulmasına dair kararın yanlış anlaşılmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

Ne TCK’da ne de Yargıtay’ın verdiği kararlarda yatak odasına giren hırsızın öldürülebileceğine yönelik bir atıf yer almamaktadır. Yatak odasında hırsızı öldüren sanığa verilen cezaya dair hükmün Yargıtay tarafından bozulmasının nedeni, “yatak odasında hırsız öldürme hürriyeti” değil, hırsızı öldürerek meşru savunma sınırını aşan sanığın bu aşımının TCK hükümlerin uyarınca mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan kaynaklanmış olduğuna yönelik değerlendirmedir.

Meşru müdafaa sanıldığı gibi yatak odasına gireni vurmayı sağlayan bir hak değildir. Meşru savunma, şartlarının karşılanması sanıldığı kadar kolay olmayan çok kısıtlı bir haktır. Bu nedenle, yürürlükteki TCK’daki ve güncel Yargıtay içtihatlarındaki meşru savunma hükümlerinin incelenmesi gerekmektedir.

 

Yasal Mevzuat ve İçtihatlara Göre “Meşru Savunma” Hakkı

Hırsızlık, Türk Ceza Kanunu 141/1 maddesinde “Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden almak” şeklinde tanımlanmıştır.

Hukuken, haneye tecavüz ve nefsi müdafaa açısından ev içinde tüm alanlarda eşittir, evin odaları için özel bir tasnif yoktur. “Yatak odası” için ayrım bir koruyucu hüküm bulunmamaktadır. Yatak odasının haneden sayıldığı, diğer odaların sayılmadığı yönünde bir atıf yasal mevzuatta geçmemektedir. Yatak odası da salon da vaka özelinde ayrım gözetilmeksizin değerlendirmeye tutulmaktadır.

Hırsızlık vakası karşısında herkesin müdahale etme hakkı mevcuttur. Hırsıza yönelik yapılacak müdahalenin kanunda belirtilen meşru savunma sınırları dahilinde kalması halinde kişi ceza almayabilir. Yatak odasına ya da haneye girmiş hırsızın her koşulda öldürülmesi orantılı bir çözüm olmayabilir. Evin hangi odasında müdahale gerçekleşirse gerçekleşsin TCK hükümlerine göre değerlendirme yapılır. Meşru müdafaanın bulunduğu değerlendirilirse ceza söz konusu olmaz, meşru müdafaa sınırının aşıldığı değerlendirilirse de ceza verilir; ancak, haksız tahrik indirimi alınabilir.

TCK’nın 81. maddesinde “bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır” hükmü yer almaktadır.

Meşru savunma, 5237 sayılı TCK‘nın “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” başlıklı ikinci bölümünde, 25. maddenin 1. fıkrasında; “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez” şeklinde bir hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiştir. Meşru savunma, 765 sayılı TCK’nın yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında “Bir kimsenin ağır ve haksız bir tecavüzü kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak amacı ile gösterdiği zorunlu tepki” olarak tanımlanmıştır.

Güncel YCGK kararları meşru savunmayı; “bir kimsenin, gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakkı hedef alan, gerçekleşen ya da gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, saldırı ile eşzamanlı olarak hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde, kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak mecburiyetiyle saldırıda bulunan kişiye karşı işlediği ve hukuk düzenince meşru kabul edilen fiiller” olarak tanımlamaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2015/424 E. sayılı dosyada verilen 2018/399 K. sayılı karar).

Meşru müdafaaya dair literatürdeki diğer tanımlar ise şu şekildedir:

  • “Bir kimsenin, kendisini veya başkasını hedef alan bir tecavüz, saldırı karşısında, savunma amacına matuf olarak ve bu saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanması” (İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Adalet Bakanlığı Yayınları, 3. Bası, Ankara, 2006, s. 364.)
  • “Bir kimsenin kendisine veya başkasına yöneltilen ağır ve haksız bir saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla gösterdiği zorunlu tepki” (Kayıhan İçel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınları, İstanbul, 2014, s. 307.)
  • “Kişilerin saldırıya karşı verdikleri kendini veya diğer bir insanı koruma içgüdüsünden kaynaklanan doğal tepkinin hukuken meşru görülmesi” (Osman ….-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s. 697.)

TCK’da “meşru savunma ve zorunluluk hali”ni düzenleyen 25. madde şu şekildedir:

Meşru savunma ve zorunluluk hali

Madde 25-

(1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

Bahse konu maddeye göre, meşru savunmanın kabulü için saldırının “korunmaya değer nitelikteki herhangi bir hakka yönelmiş olması” yeterli görülmüştür.

Konut dokunulmazlığı kişinin içinde yaşadığı konutun her türlü taarruz ve tecavüzden azade kalmasını, kişinin konutunun huzur ve emniyetine halel getirilmemesini amaçlayan bir düzenlemedir. Konut dokunulmazlığının ihlali suçu Türk Ceza Kanunu’nun 116. maddesinde şöyle düzenlenmiştir:

Konut dokunulmazlığının ihlali

Madde 116-

(1) Bir kimsenin konutuna, konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, mağdurun şikayeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) (Değişik: 31/3/2005 – 5328/8 md.) Birinci fıkra kapsamına giren fiillerin, açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi mutat olan yerler dışında kalan işyerleri ve eklentileri hakkında işlenmesi hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

(3) (Değişik: 31/3/2005 – 5328/8 md.) Evlilik birliğinde aile bireylerinden ya da konutun veya işyerinin birden fazla kişi tarafından ortak kullanılması durumunda, bu kişilerden birinin rızası varsa, yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanmaz. Ancak bunun için rıza açıklamasının meşru bir amaca yönelik olması gerekir.

(4) Fiilin, cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle ya da gece vakti işlenmesi halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Türk Ceza Kanunu’ndaki ilgili maddelerin incelenmesiyle görülebileceği üzere “yatak odasında nefsi müdafaa hürriyeti” şeklinde bir ayrıcalık bulunmamaktadır.

Bir olayda meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

Yargıtay’ın yerleşik uygulamaları ve öğretideki görüşlere göre yasal savunma koşulları ise şu şekildedir (Yargıtay 1. Ceza Dairesi 2012/2569 E. sayılı 2013/376 K. sayılı kararı):

  • A-Saldırıya ilişkin koşullar;
    • 1-Haksız bir saldırının olması
    • 2-Saldırının kişin kendisine veya başkasına ait bir hakka yönelik olması
    • 3-Saldırının varlığının halen devam etmesi veya tekrar başlamasının muhtemel olması
  • B-Savunmaya ilişkin koşullar;
    • 1-Saldırıya karşı savunmanın zorunlu olması
    • 2-Savunma ile saldırının orantılı olması
    • 3-Savunma ile saldırının eş zamanlı olması

Savunmanın, meşru savunma şartlarının bulunduğu sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda, “sınırın aşılması” söz konusu olabilmektedir.

Meşru müdafaada sınırın aşılıp aşılmadığı hususuna ilişkin değerlendirme ise TCK’nın 27. maddesi gözetilerek gerçekleştirilmektedir. Anılan madde hükmü şu şekildedir:

Sınırın aşılması

Madde 27-

(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.

(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.

Yani, meşru savunma için sınırın aşılmasına ilişkin bu özel düzenleme hükmünün uygulanabilmesi için gerekli hususlar şu şekildedir:

  • 1- Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması,
  • 2- Saldırıya ilişkin şartların var olması,
  • 3- Savunmaya ilişkin şartlardan “ölçülülük ya da orantılılık” şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması,
  • 4- Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi

Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi hâlinde, meşru savunmada sınırı aşan faile CMK’nın 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmemektedir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2015/424 E. sayılı dosyada verilen 2018/399 K. sayılı karar).

Normal koşullar çerçevesinde eve giren hırsızın öldürülmesi meşru müdafaa kapsamına girmez. Ancak, TCK’nın 27. maddesinin 2. fıkrasında aktarılan meşru müdafaa sınırının aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi durumunda sanık cezalandırılmamaktadır.

Cezaya dair hükümde belirleyici olan husus, maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur. Yargıtay’ın içtihadında aktarıldığı üzere; “kişi sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle, “heyecan, korku veya telaşa” kapılarak meşru savunmanın sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık saldırının etkisinin yanında, saldırıdan kaynaklanmış olsa bile, öfke gibi nedenlerle sınır aşıldığında ise aynı korumadan faydalanılması söz konusu olmayacaktır. Başka bir deyişle, failin amacı, saldırının defedilmesinden çok, kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru savunmada sınırın aşılması değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir.” (Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2018/244 E. sayılı dosyada verdiği 2018/580 K. sayılı 29.11.2018 tarihli kararı).

Yasal savunmada bulunan kişinin yasal savunmada sınırı kasten aşması durumunda buna karşı yasal savunma da olanaklı hale gelebilir. Örneğin, eve hırsızlık için girip bir kısım eşyaları alıp çıkarken ev sahibi tarafından yakalanan ve elinde herhangi bir saldırı aleti olmadığı gibi saldırıya da kalkışmayan kişiyi bıçaklayarak ağır yaralayan ve bıçaklamaya devam eden ev sahibine karşı hırsızlık yapan kişinin karşı saldırıda bulunması halinde yasal savunma koşullarının oluştuğunu kabul etmek gerekir (Mehmet Şahin (2008). “Yasal (Meşru) Savunma“. TBB Dergisi, Sayı 75, Sf. 284-332).

 

Ezcümle; ceza mevzuatında “yatak odasında hırsız öldürmek” şeklinde katalog bir vaka yer almamaktadır. Adli merciler vaka özelinde değerlendirme yaparak karara varmaktadır. Dava konusu olay özelinde sanığın eylemini meşru savunma şartları altında gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin belirlenmesine çalışılmaktadır. Bu hususta, sanığın savunması ile maddi delillerin örtüşüp örtüşmediği, yasal savunmadaki; saldırının halen devam etmesi veya tekrarının muhakkak olması, savunma ile saldırının eş zamanlı olması, savunma ile saldırının orantılı olması koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği değerlendirilmektedir. TCK’nın 81. maddesine göre evine giren hırsızı öldürmek suçtur, aynı kanunun 25/1 maddesine göre meşru savunma sınırları dahilinde bu eylemin gerçekleşmesi durumunda faile ceza verilmez, 27/2 maddesine göre meşru savunma hali mazur görülebilecek biçimdeki heyecan ve korku ile aşılırsa da ceza verilmez. Bu değerlendirmede hırsızın evin içinde vurulduğu ya da öldürüldüğü lokasyonun belirleyici bir özelliği yoktur. Hukuken, haneye tecavüz ve nefsi müdafaa açısından ev içinde tüm alanlarda eşittir, evin odaları için özel bir tasnif yoktur. “Yatak odası” için ayrım bir koruyucu hüküm bulunmamaktadır. Yatak odasının haneden sayıldığı, diğer odaların sayılmadığı yönünde bir atıf yasal mevzuatta geçmemektedir. Yatak odası da salon da vaka özelinde ayrım gözetilmeksizin değerlendirmeye tutulmaktadır. 

 

Hırsızlık Esnasında Kasten Adam Öldürmek Suçlaması Karşısında Meşru Müdafaa Nedeniyle Beraat Kararı Verilen Örnekler

Tüm bu açıklamaların ardından basına yansıyan ve Yargıtay Karar Arama sayfasında karşımıza çıkan bazı örneklere göz atacak olursak;

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2013/1-26 esas sayılı dosyada verdiği 2013/150 sayılı 16.04.2013 tarihli kararı (Karar ilişkin basına yansıyan bir haber):

Gece saat 04.00 sıralarında, hırsızlık veya çocuk kaçırmak amacıyla sanığın evine giren maktulün, sanığın iki aylık bebeğini kucağına aldığı, sanığın eşi Y…’in bağırmasıyla kucağındaki bebeği koltuğun üzerine bırakarak evin yatak odasına kaçtığı, ancak içeriye girdiği ve açık alan pencereden kaçmayıp elbise dolabının içerisine saklanan, hırsızlık veya çocuk kaçırmak için gelen saldırganın, nasıl bir gelişim göstereceği ve ne yapacağı belirsiz olay karşısında, sanığın, maruz kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü korku, telaş ve şaşkınlık dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, yasal savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilmelidir. Burada belirleyici olan, maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira, kişi sırf maruz kaldığı saldırının tesiriyle, heyecan, korku ve paniğe kapılarak yasal savunmanın sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecektir.
Maktûl öncelikle iki aylık çocuğunu vücut bütünlüğüne yönelik bir saldırıda bulunmuş, sanık Y…’in maktulü görmesi ve eşinden yardım istemesi üzerine, sanık M…’in, iki aylık bebeğini kucağına alarak bebeğe yönelmiş, gerçekleşen, gerek kendisine ve gerekse eşine ve çocuklarına tekrarı muhakkak, nasıl bir gelişim göstereceği ve maktulün ne yapacağı belirsiz olan haksız bir saldırıyı o anki hal ve şartlara göre, saldırıyla orantılı bir şekilde defetme zorunluluğunda bulunduğu, bu sınırı mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaşla aştığı, hakkında TCK’nun 27/2 ve CMK’nun 223/3-c maddeleri uyarınca, gerçekleşen eylemi nedeniyle kusursuz sayılmalı ve kendisine ceza verilmemelidir” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün TCK’nun 27/2. maddesinin gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 11.12.2012 gün ve 5758-9286 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

[…]

Maktûlün gece saat 04.00 sıralarında sanığın eşi ve üç çocuğu ile birlikte yaşadığı eve girmesi ve Ramazan isimli bebeklerini kucağına almış olması şeklindeki eylemi sanığa ve ailesine yönelik haksız bir saldırı niteliğinde ise de; sanığın eşinden bıçak istemesi ve polise haber verilmesinin ardından, bebeği bırakıp elbise dolabında saklanan ve kaçma dışında başka bir amaç gütmeyen maktûlün saldırısı sona ermiş, fakat sanık maktûlün kaçmasını engellemek amacıyla onu sağ kalçasından bir bıçak darbesi ile yaralayarak Adli Tıp Kurumu raporuna göre ölüm nedenlerinden biri olan eylemini gerçekleştirmiştir. Elbise dolabında saklanan, daha sonra doğrudan kaçmak için pencereye yönelen maktülün sanığa yönelik herhangi bir hamlesinin de olmadığı olayda mazur görülebilecek bir korku, panik ya da heyecanın tesiri ile meşru müdafaada sınırın aşılmasından söz edilemeyeceğinden, 5237 sayılı TCK’nun 27. maddesinin 2. fıkrasının uygulanma şartlarının oluştuğu söylenemeyecektir.
Diğer taraftan sanığın, gece bir sebeple evine giren ve olay sırasında kaçmaya çalışan daha önceden tanımadığı, maktûlü bir bıçak darbesi ile kalçasından yaralaması, hayati tehlike oluşturan isabetin bir adetle sınırlı kalması, pencereden atladıktan sonra kaldırıma düşen maktûlün hastaneye kaldırılması için ambulans çağrılmak üzere komşularına haber vermesi karşısında, eylemini gerçekleştirirken öldürme kastıyla hareket etmediği kabul edilmelidir. Buna göre, maktûlün künt kafa travmasına bağlı kafatası kırıklarıyla birlikte beyin kanaması ve kesici-delici alet yaralanmasına bağlı iç organ kesilmesinden gelişen iç kanama sonucu ölmesi ile sonuçlanan olayda, yaralama kastıyla gerçekleştirilen eylemle ölüm sonucu arasında nedensellik bağı bulunduğundan, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nun 87/4. maddesi uyarınca hüküm kurulması gerekmektedir.
Bu nedenle, suçun kasten öldürme olarak nitelendirilmesine ilişkin yerel mahkeme hükmü kanuna aykırı olup, Özel Dairenin eylemin kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturduğuna yönelik bozma kararı isabetlidir.
Bu itibarla, olayda TCK’nun 27/2. maddesindeki şartların bulunmadığı anlaşıldığından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

 

(Habertürk, 17 Ağustos 2007)

İstanbul Üsküdar’da, Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Mustafa Kandil, Erhan Dinçer’i (18) 2003 yılında hırsızlık amacıyla oğlu Ertuğrul Kandil’in evine girerken tüfeğiyle vurarak öldürdü. 3 ay 13 gün cezaevinde kalan Kandil, ikinci duruşmada cezaya gerek olmadığı sonucuna varılarak beraat etti. Ancak Yargıtay 1. Ceza Dairesi, Kandil’in “Hırsızı kaçarken arkadan ateş ederek vurduğuna” dikkat çekip, “Ağır tahrik altında kasten adam öldürmek” suçundan 8 yıldan 12 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını istemişti. Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde tekrar görülen davada, Savcı İskender Görgülü, Yargıtay’ın ceza verilmesi yönündeki kararına uyulmamasını istemiş, mütaalasında şunları söylemişti:

“Sanık, gece köpeklerin havlamaya başlaması üzerine av tüfeğini alarak evin çatısına çıkmış ve burada balkona çıkmaya çalışan hırsızlarla karşılaşmıştır. Hırsızlardan birinin elinde parlayan bir cisim olduğunu görünce bunun tabanca olabileceği endişesiyle kendi korumak amacıyla ateş etmiştir. Ölen şahsın üzerinde ve yakınında silah bulunamamakla birlikte yanındaki arkadaşı tarafından alınmış olması makul bir ihtimaldir. Sanık hakkında yeni TCK’nın 27- 2 maddesi uyarınca beraat kararı verilmesi gerekir. Kanun koyucu, meşru müdafaa sınırlarını oldukta geniş tutmuştur.”

Mahkeme Heyeti de Görgülü’nün mütalaasına uyarak bir önceki beraat kararında direnerek, Yargıtay’ın itirazını kabul etmedi. Dosyayı tekrar inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 5237 sayılı kanunun 27/2 maddesindeki, “Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez” maddesi uyarınca ceza tedbirine yer olmadığına kanaat getirdi, beraat kararını onadı.

 

(Cumhuriyet – 5 Mayıs 2014)

Dükkânına giren hırsızlardan birini evinin balkonundan ateş ederek öldüren mal sahibinin beraatine hükmeden 1. Ceza Dairesi, kararda sanık H.K’nın ‘yasal savunma’ sınırları içinde kaldığını belirtti

Dava dosyasına göre C. K. 5 Eylül 2004’te Sabah saatlerinde Bağcılar’da H.K.’ya ait markete 3 arkadaşıyla birlikte Kepenk demirlerini keserek girdi. 4 arkadaş marketteki malzemeleri daha önce çaldıkları panelvana doldurmaya başladı. Bu sırada olayı farkeden market sahibi H. K. bulundurma ruhsatlı silahını alarak balkona çıktı ve dükkanını soyanlara ateş etmeye başladı. Kurşunlardan biri aracın şoför koltuğunda oturan C.K.’ya isabet etti ve C.K. olay yerinde hayatını kaybetti. Diğer hırsızlar kaçtı. arabada yapılan aramada “Sallama” denilen büyük bir bıçak bulundu. Soruşturma neticesinde H.K hakkında “haksız tahrik altında kasten adam öldürmek” suçlamasıyla 12 yıla kadar hapis cezası istemiyle Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne dava açıldı. C.K.’nın babası ve kardeşleri de H.K.’dan şikayetçi olarak müşteki olarak davada yer aldı.

Yaklaşık 7 yıl devam eden dava sürecinde 21 Ekim 2011 savcı esas hakkındaki mütalaasını açıkladı. Suçun “ağır haksız tahrik” altında işlendiğini belirten savcı sanık H.K.’nın bu kapsamda 12 yıl hapis ile cezalandırılmasını istedi. H.K. ise ise savunmasında “Olay sabahı marketin kepenginin açıldığını duydum, alarm görevi yapsın diye kepengi özellikle yağlamıyordum. Bu kişilerin marketi soyduğunu gördüm. Aileme polise haber vermelerini, dışarı çıkmamalarını söyledim. Sonra bu kişilere ‘Cehennem olun gidin!’ diye bağırdım. Ancak şoför mahallindeki kişi elinde silah olduğu halde önce bana küfür etti, sonra da silahı gösterdi. Ben de evden tabancamı aldım. Korkutmak için havaya birkaç el ateş ettim. Araba biraz ilerleyip kaldırıma çıktı, orada durdu. Sonra polis geldi, bu şahsın öldüğünü söyledi. Ben ilk anda parıldayan cismin silah olduğunu düşündüm ve korktum, hatta başımı balkondan fazla dışarı çıkarmadan ateş etmiştim” dedi.

Mahkeme 5 Mayıs 2012’de davayı karara bağladı. Mahkeme kararında sanık H.K.’nın çalınan malını korumak amacıyla; heyecan, korku ve telaşla bu eylemi yaptığını belirterek olayın TCK’nın 27/2. maddesindeki ‘meşru müdafa koşulları oluştuktan sonra savunmada sınırın heyecan, korku, veya telaşa bağlı olarak” meydana geldiğini vurguladı. Mahkeme bu nedenle sanık H.K.’ya “ceza tertibine yer olmadığına” karar verdi. Mahkemenin bir üyesi ise bu karara muhalif kaldı ve sanığın “kasten adam öldürmek” suçundan cezalandırılmasını istedi.

Yargıtay ise 10 Ekim 2013 tarihli temyiz kararında H.K.’nın mallarını koruduğunu, yasal savunma şartları içinde hareket ettiğini, bu hareketinde aşırıya kaçmadığını ve maktulün ölümünün yasal savunma kapsamında kaldığını belirtti. Yargıtay, H.K.’nın “ceza tertibine yer yoktur” diyen TCK, 27’den değil; sanığın bu suçtan sorumlu tutulamayacağını belirten TCK 25. maddeden “beraat” verilmesini gerektiğini belirterek bu kararı bozdu. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi bu Yargıtay’ın bu kararına uyarak H.K. hakkında beraat kararı verdi.

 

Hırsızın Yatak Odasına Girmesi Halinde Vurulabileceği İddiasına İlişkin Hukukçuların Yorumları

Ceza Hukukçusu Timuçin Köprülü bu iddianın anlamsızlığını şöyle aktarmıştı:

“Meşru savunma için haksız bir saldırının olması lazım. Hırsızın eve girmesiyle hırsızlık ve konut dokunulmazlığını ihlal suçunun icra hareketleri yani saldırı başlamış olur; mağdurun meşru savunma hakkı doğar. Bu sebeple polislerin söylediği doğru değildi.

 

Acaba polisler en savunmasız olduğumuz yer yatak odasıdır ancak orada meşru savunma olur diye mi düşündü bilemiyorum. Böyle düşünmüşlerse de yanlış zira en savunmasız olduğumuz yer tuvalet ve/veya banyodur. Elinde tuvalet kağıdı rulosuyla bir hırsıza karşı ne yapabilirsin?

 

Sonuç olarak evin her odasında meşru savunma olur. Bunun için hırsızın evin içine girmesine bile gerek yoktur. Kapıyı açmak için eyleme geçmişse/icra hareketlerine başlamışsa saldırı başlamıştır. Mevzu orantılı biçimde karşılık vermek ise o başka bir konudur.”

 

Avukat Ayşegül Yılmaz, hırsızın yatak odasında öldürülebileceği rivayetinin gerçeği yansıtmadığını şöyle aktarmıştı:

“Bu doğru sanılan yanlışa, Yargıtay’ın bir kararında, evine giren hırsızı yatak odasında vuran adama ceza veren ilk derece mahkemesinin kararını bozmasını; bir başka kararında ise yine evine giren hırsızı salonda vuran adama ceza veren ilk derece mahkemesinin kararını onamasını, sonucun farklılığını sadece hırsızın vurulduğu yere indirgeyen yorumlayıcı neden olmuştur.” […]

 

“Hırsızı yatak odasında öldüren adama verilen cezanın Yargıtay’ca yersiz bulunmasının nedeni, meşru savunma sınırını aşan kişinin bu aşımının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş olmasıdır. Ev sahibinin güvende olduğunu düşündüğü, yabancılara kapalı özel alanında ve en savunmasız olduğu uyku halindeyken gözlerini açar açmaz karşısında, orada olmasının hiçbir iyiniyetli açıklaması olamayacak bir kişiyi gördüğünde çekmecesindeki silaha sarılması olağanüstü değildir.

 

Hırsızı salonda öldüren kişinin cezalandırılma nedeni ise meşru savunmasında sınırı aşarken kapıldığı heyecan, korku veya telaşın mazur görülebilecek boyutta olmamasıdır. Somut olayda kişi uyanmış, duyduğu sesler nedeniyle bir şeylerin olağan seyrinde gitmediğini düşünmüş ve tedbiren eline silahını alıp diğer odalara doğru yönelmiştir. Ev sakinlerinden birinin uyandığını anlayan hırsız pencereye yönelip atlamaya hazırlanırken, ev sahibi tarafından vurulmuş fakat yine de atlamıştır. Yaralı halde birkaç metre süründükten sonra ölmüştür. Olay hukuki olarak incelendiğinde, kaçmaya çalışan hırsız öldürmeye elverişli bir silahla, hayati bir bölgesine isabet ettirilerek vb. öldürüldüğü için meşru savunma sınırının mazur görülebilir bir heyecan, korku veya telaştan aşıldığı söylenemez. Kaçan bir adamı silahla hayati bir bölgesinden vurmak orantılı ve mazur görülebilir değildir. Bu nedenle cezalandırılması isabetlidir.

 

Hülasa ceza alıp almamada hırsızı vurduğumuz yerden ziyade hukukun evrensel ilkelerinden olan orantılılık ve meşru savunmada sınırın aşılmasının mazur görülebilir nedenlere dayanıp dayanmaması etkilidir.Hayatta en büyük zenginliğiniz, seçim zenginliğinizdir. Rivayetleri değil doğruları seçin!”

 

Avukat İhsan Aksoy da ikametgâha giren hırsıza karşı müdahalede meşru müdafaa sınırlarına riayetin önemini vurgulamaktadır:

“Özel hanesine gündüz ya da gece vakti hırsızlık amacıyla girmiş silahlı bir kişiye karşı ev sahibinin tecavüzü defetmek için silahla karşılık vermesi, TCK 461’de öngörüldüğü gibi TCK 49’uncu madde üzerinden meşru müdafaa durumu yaratır. Yani hırsızın, elinde silahla, hırsızlık eylemini kendisini fark eden ev sahibine karşı gaspa dönüştürmesi noktasında, ev sahibinin müdahalesi sonucu ölümü, usulen açılacak dava sonunda meşru müdafaa sınırları içinde değerlendirilerek herhangi bir cezaya hükmedilmez. Ev sahibini fark edip kaçmaya başlayan hırsızın kaçarken arkasından vurulması halinde ise kasten adam öldürmekten açılan davada cezaya hükmedilir ancak bu hallerde cezanın 1/3’ünden yarısına kadar indirim öngörülür. Hırsızlık amacıyla bir eve giren kişi kendisini fark eden ve müdahale etmeye kalkışan ev sahibine şiddetle karşılık vermek ister ve karşı müdahaleyle hayatını kaybederse meşru müdafaa gereği cezaya hükmedilmez.”

 

eve giren hırsızı yatak odasında öldürmek

 

Yorumunuzu yazınız...