Her İnsanın Yaşadığı En Az İki Hayatı Vardır. Biri Bildiğimiz Vitrinlik, Diğeri Bilmediğimiz Derinlik” Vecizesinin Oğuz Atay’a Ait Olduğu İddiası Doğru Değil

Yanlış İddia

 

Bugün, edebiyatımızın öncü yazarlarından Oğuz Atay’a (12 Ekim 1934 – 13 Aralık 1977) atfedilen bir vecizeyi inceleyeceğiz: “Her İnsanın Yaşadığı En Az İki Hayatı Vardır. Biri Bildiğimiz Vitrinlik, Diğeri Bilmediğimiz Derinlik.

Oğuz Atay’a ait olduğu iddiasıyla paylaşılan ifadenin, sosyal medya platformlarında dikkate değer ölçüde yaygınlık kazandığını görüyoruz:

 

insanın yaşadığı 2 hayat vardır biri bildiğimiz diğeri bilmediğimiz vitrinlik diğeri bilmediğimiz vitrinlik

 

Söz/ vecize, tespit edebildiğimiz kadarıyla 2016 yılından bu yana Oğuz Atay’a ithaf ediliyor:

 

biri bildiğimiz vitrinlik

 

Vecizeyi nazım biçiminde aktaran (Bilal İşgören ya da Bekir Develi gibi) sosyal medya kullanıcıları da mevcut:

 

bilal işgören oğuz atay

 

Söz konusu ifadenin çeşitli görsellerle birleştirilerek paylaşılması, revaçta olan bir başka yöntem:

 

her insanın yaşadığı en az 2 hayatı vardır her insanın yaşadığı 2 hayatı vardır her insanın yaşadığı iki hayatı vardır

 

Yanlışlama incelemeleri için yaptığımız araştırmaların neredeyse hepsinde rastladığımız Gizli Kitaplık, Göğe Bakma Durağı, Kitap Cümleleri, Şiir Sokakta isimli Twitter hesapları, burada da karşımıza çıkıyor:

Bahsi geçen iddianın(ve elbette benzer diğer iddiaların) sanal mecrada bilinirlik kazanmasında bu tarz profillerinpay sahibi olduğu aşikâr. Bir hayli takipçiye sahip olmalarına rağmen hiçbir şekilde sorumluluk duymayıp kaynak gözetmeden paylaşım yapan bu hesaplar, popülerlik kaygısından öte bir amaç gütmüyor gibi görünüyor.

Mevzubahis iddiaya, Anlamlı Liderlik: Liderlik Bir Yenilenme Halidir (Mehmet Yıldırım Özel, s.29) ve Büyük İnsanların Öğütleri (Melihcan Özdemir, s.229) isimli kitaplarda yer verildiğini görmekteyiz:

İfadenin, Oğuz Atay’a izafe edilmeden evvel çeşitli ‘söz’ sitelerinde “Her insanın yaşadığı en az iki hayatı bulunur; biri bildiğiniz vitrinlik ve diğeri bilmediğiniz derinlik” şekliyle, anonim olarak paylaşıldığına şahit oluyoruz.

 

her insanın yaşadığı en az 2 hayatı vardır

 

Tüm bu paylaşımların aksine söz, Oğuz Atay’a ait değil. Yazarın tüm kitaplarını taradık fakat vecizeye dair hiçbir bulguya ulaşamadık.

Sözün, Oğuz Atay’ın üslubuyla uyum arz etmediği görülüyor.

Oğuz Atay’ın, klasik roman anlayışını sürdürmek yerine, ilk yapıtında dahi, yeni teknikler denemekten çekinmeyen, hem form hem de içerik bakımından avangart bir yazar olduğunu vurgulamanın yerinde olduğunu düşünüyoruz.

“Oğuz Atay’ın; kürsü konuşmalarının, dokunaklı ölüm ilanlarının, acılı aşk romanlarının Türkçesinden o zamana kadar Türkçede işitilmemiş bir dil yaratmış olduğu” ve edebiyatımıza yeni bir soluk getirdiği biliniyor. (Nurdan Gürbilek, İkinci Hayat, 2020, s. 115) Keza, yazarın yaşadığı dönemde anlaşılamaması, buna binaen hak ettiği değere hayatını kaybettikten çok daha sonra kavuşmuş olması da çağının ötesinde yapıtlar vermesiyle yakından ilgiliydi.

İkinci Hayat – Kaçmak, Kovulmak, Dönmek Üzerine Denemeler’de Oğuz Atay’ın bambaşka bir dil yarattığına değinen Nurdan Gürbilek, sözünü ettiği yeniliğe Mağdurun Dili isimli yapıtında oldukça geniş yer ayırır. Oğuz Atay’la beraber Dostoyevski, Yusuf Atılgan ve Cemil Meriç’in ele alındığı kitapta yazar, çeşitli metinlerde gezinerek dil meselesini etraflıca işler.

 

oğuz atay resmi
Oğuz Atay

 

Nurdan Gürbilek yaratılan bu yeni biçemi, yazarın motivasyonlarıyla beraber irdeler:

“Atay’ın yapıtlarındaki şenliğe dair şu temel özellikleri bir kez daha vurgulamak gerekir: Birincisi, iki karşıt konumun birbirini geçersizleştirdiği, doğrunun böylece geçiştirildiği kaygısız bir yüzey elde etmek için değil, insan bilincini oluşturan birbirine dargın konumların birbirinin yanıbaşında gerilimli bir hayat sürdüğünü, bence hep de süreceğini anlatabilmek için kullanmıştı Atay ironiyi. Düşüncenin taşlaşmasına, duygunun basmakalıplaşmasına, doğrunun sabitlenmesine karşı ironiyi kullanıyordu; ama kendi ’samimiyet buhranı’nın da bir gün pekâlâ taşlaşabileceğinin farkındaydı. İkincisi, ne düşündüğünü söyleme külfetinden kurtulmanın getirdiği aldırışsız bir neşe değil, tersine birkaç şey birden söylemenin, birkaç sese birden yer açmanın ağrısıyla sahip çıkılmış buruk bir neşeydi Atay’ınki. Üçüncüsü, oynarken özgür olmanın aslında pek de mümkün olmadığını, oyunların zaten tehlikeli olduğunu hep aklında tutarak yazmıştı. Dördüncüsü, ironiyi pathos’u kuşatan bir alay kabuğuna; acıyı kuşatan, onu aktarılabilir kılan, bir yandan da aslında hiçbir zaman tam aktarılamayacağını hissettiren bir kabuğa dönüştürmüştü.

 

Kabuğun içinde gerçekten acı bir çekirdek var. Atay’ın ironisinin kaygısızlık tekniğine, oyunbozanlığının tasasızlığına, sanatının eğlenceliğe dönüşmesini de engelleyen bu çekirdek. ‘Sanat şen midir?’ sorusuna yirminci yüzyılda verilmiş en güçlü cevaplardan biri Atay’ın yapıtı. Orta yerinde bence her güçlü yapıtın sormadan edemeyeceği soru var: Acı anlatılabilir mi?”

Atay’da ironinin ne anlam ifade ettiğini ise şöyle açıklayacaktır yazar (Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili, 2013, s. 70-73):

“Nasıl Selim’in çocuksu hakikatinin etrafına bir soytarılık duvarı örerek onu başkalarından korumaya çalışırsa Turgut, nasıl sevdiğimiz insanları olmadık beceriksizlikleri, saçma sapan alınganlıkları, apaçık enayilikleri zalim bir alaya hedef olmasın diye biz kendimiz, kendi sevecen mizahımızla hırpalarsak, Atay da kırılgan kahramanlarını etraflarına bir ‘alay kabuğu’ örerek düşmanca bir alaydan kurtarmayı dener. Aslında kendi duygulu, kendi naif, kendi kırılgan yanını korumaya alır. İroni esas olarak budur Atay’da. Yoğun duyguyu bir duygu efekti içine gizlemenin, acıklı gerçeği bir espri kabuğu içine saklamanın yolu. Kırılgan içeriği başkalarından korumanın ama aynı zamanda duygunun başkalarına anlatıldığı için ister istemez yaşayacağı değer kaybını sırf başkasına sunulduğu için yaşayacağı sahteleşmeyi engellemenin yolu.”

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın meşhur deyişiyle (yazar, kendi vaziyetini tanımlamak için kullanmışsa da bu tabiri Atay için de kullanmak pekâlâ mümkün) adeta “sükût suikasti”ne uğrayan Atay’ın, yaşadığı dönemde anlaşılamamasında ve hatta görmezden gelinmesinde, dönemin entelijansiyasının yeterli donanım ve yetkinliğe sahip olmamasıyla beraber, bu aydın topluluğunun “küçük ihtiraslar”la, “hasis menfaatler”le çevrili oluşunun payı büyüktür.

Oğuz Atay’ın, müstehzi tavrıyla tam da bu düzene getirdiği eleştirilerden dolayı uzun müddet yok sayılmış olması da kayda değer bir başka ihtimal. Zira Berna Moran’ın ifadesiyle Tutunamayanlar, “hem söyledikleriyle hem de söyleyiş biçimleriyle bir başkaldırı”dır. (Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2, 2011, s. 262)

Günlük ve mektupları başta olmak üzere gerek yazarın kaleminden yansıyanlar gerekse arkadaşlarının anıları/ anlattıkları, Oğuz Atay’ın kendisinin de anlaşılamamaktan müteessir olduğunu duyumsatır. Yazarın, “Demiryolu Hikâyecileri – Bir Rüya” isimli öyküsündeki son cümleleri, bu duyarlılığın bir iz düşümü gibidir:

“Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?”

 

oğuz atay ben buradayım

 

Oğuz Atay’ın kendine özgü üslubuyla hiçbir bakımdan bağdaşmayan mezkur vecizenin kime ait olduğu (henüz) tespit edilebilmiş değil.

 

oğuz atay
Oğuz Atay

 

“Her İnsanın Yaşadığı En Az İki Hayatı Vardır. Biri Bildiğimiz Vitrinlik, Diğeri Bilmediğimiz Derinlik” Vecizesini Oğuz Atay’a Ait Zanneden Yazarlar

 

Yorumunuzu yazınız...