Deniz Gökçe Atıf Yapmadan Asıl Kaynağından Çevirdiği Yazıları Okurlarına Kendi Köşe Yazısı Olarak Sunmaya Devam Ediyor

ctrl c v

İntihalin akademi camiasıyla sınırlı olmadığını, özellikle köşe yazarları arasında da sıklıkla görüldüğünü daha önce Malumatfuruş‘ta örnekleriyle dile getirmiştik. 

Deniz Gökçe de Malumatfuruş’ta aktardığımız üzere, Akşam Gazetesi’nde yayınlanan köşe yazılarını, yabancı yayınların haber metinlerini çevirerek okuyucularına aktarma kolaycılığına kaçmayı alışkanlık haline getirmiş bir isim. 

Sıkı bir takip sonucu 2017 yılı boyunca Deniz Gökçe’nin yazılarının WSJ, FT, Economist gibi yabancı yayınların çevirisi olduğunu, Gökçe’nin yaptığı bu çevirilerde asıl kaynak metne hiçbir atıf yapmadığını, kaynağını açıklamadığını, bu nedenle yaptığının intihal olduğunu belirtmiştik. Ancak tüm çabamıza rağmen Deniz Gökçe başka kaynaklardan alıntı yapmadan çevirdiği metinleri okurlarına köşe yazısı diye yutturmayı sürdürüyor. 

 

Deniz Gökçe İntihali Alışkanlık Haline Getirmiş

Biz takipten yorulduk; ancak, Deniz Gökçe yine kaynak göstermeden “çeviri köşe yazısı” yazmayı sürdürüyor.

Akşam Gazetesindeki 1 Haziran 2019 tarihli “İran 40 yıldır savaş içinde yaşamaktaydı!” başlıklı yazısı, Wall Street Journal’da 27 Mayıs 2019 tarihinde yayınlanan “Iran Has Been at War for 40 Years” başlıklı yazıdan kelimesi kelimesine çeviri. Tahmin edilebileceği üzere Deniz Gökçe’nin çevirisi kötü ve yazısında asıl kaynağa yönelik herhangi bir referans atfı bulunmuyor.

Deniz Gökçe o kadar üşenmiş olacak ki, yazısının başlığını bile kendisi koymamış, Wall Street Journal’de Mohammed Alyahya imzasıyla yayımlanan yazının başlığını dahi değiştirmemiş.

 

Deniz Gökçe ve “Çevir Kazı Yanmasın” Köşe Yazıları

Deniz Gökçe’nin 2017 yılındaki köşe yazılarındaki intihallere ilişkin tespitlerimizi örnekleriyle somutlaştırarak şöyle sıralamıştık:

 

 

Deniz Gökçe’nin Referans Vermeden Çeviri Yaptığı Köşe Yazısı Örnekleri

Deniz Gökçe’nin herhangi bir kaynak atfı yapmadan orijinal kaynağından alıp Türkçeye çevirip okuyucularına aktardığı çeviri köşe yazılarını cümle cümle örnekleriyle ortaya koyalım:

 

Deniz Gökçe, Akşam Gazetesi’nde 13 Eylül 2016 tarihinde yayınlanan “Ülkelerin en zor işi istatistikçi olmak” başlıklı yazısında 3 Eylül 2016 tarihinde The Economist adlı dergide yayınlanan “Called to account” başlıklı yazıdan intihal yapmış.

The Economist’te yayınlanan metni birebir Türkçe’ye çevirerek biraz kısaltarak kullanan Gökçe, yazısında hiçbir kaynak göstermeyerek bir skandala imza atmış.

***

Gökçe’nin Akşam Gazetesi’nde 13 Eylül 2016 tarihinde yayınlanan “Ülkelerin en zor işi istatistikçi olmak” başlıklı yazısı:

Ülkelerin en zor işi istatistikçi olmak

Mark Twain vaktiyle kısa bir cümle söylemiş: “Gerçekler inatçıdır, değişmez ama istatistikler daha esnektir!”

Çünkü uydurulmuş yüksek GSYİH ve düşük borç rakamları kredi verenleri kolayca kandırabilir, daha ucuz fiyatlarla kredi verdirebilir. Uydurmaca enflasyon rakamları ise ekonomik endişeleri ortadan kaldırır. Bu nedenle politikacılar veriler ile oynamaya bayılırlar. Sayıları dürüst olarak derlemek ise istatistikçilerin işidir. Ama bazen kötü olaylar da oluyor.

1937 yılında Olimpy Kivkin adlı bir Rus istatistikçisi, Sovyetlerin nüfus sayısının Stalin’in ilan ettiğinden daha az olduğunu söylediği içintevkif edilmiş ve kurşunlanarak öldürülmüştü. Yunanistan’da hayat kolaydır diyen pek olamaz da, son dönemdeki baş istatistikçi Andreas Georgiou kurşunlanmasa da suçlu statüsüne getirildi. Suçu siyasetçilere göre Yunanaistan’ın Bütçe/GSYİH sayısının milli gelirin yüzde 15.4 kadarı olduğunu söylemekti. SAslında bu rakam çok uçuk da değildi, ilk hesaplamalar yüzde 13.6 olarak bulunmuştu. Avrupa Komisyonu da Bay Giorgiou’nun sayılarının doğru olduğunu tekrer tekrar gündeme getiriyordu. Kaldı ki Bay Giorgiou’nun IMF’de bu konularda 21 yıl çalıştığını da unutalım. Politikacılar ve onların yağcıları ise, rakamları kasden büyüttüğünü ve de bunun Yunanistan’a zarar verdiğini söyleyip, gariban istatistikçiyi mahkemeye vermişlerdi. Yunanistan’ın 2010 yılında iflasının sorumlusu olarak Georgiou suçlu bulunuyordu. Ama gerçekte Bay Georgiou ELSTAT denen kamu kuruluşunda Yunanistan iflas ettikten sonra çalışmaya başlamıştı. Buna rağmen Bay Georgiou’nun Yunanistan’a 190 milyar dolar zarar verdiği iddia ediliyordu. Bay Georgiou’nun büyük boyuttaki ama güya yanlış sayıları, politikacılara göre ülkeye kredi verenlerin çok yüksek faiz uygulamasını getirmişti.

Mahkemeler bu iddiaların hepsini red etti. Ama bu yıl 1 Ağustos’ta Yunanistan Anayasa Mahkenesi bir ayrı dava daha açtı. Bay Georgiou güya ELSTAT Yönetim Kurulunun, bütçe açığının boyutu konusunda bir oylama yapmasını engellemişti.

Benzer bir olay aslında sık sık gündeme gelir. 2013 yılında Arjantin’de Başkan Fernandez de Kirchner enflasyon rakamlarını düşürmeye çalışınca IMF Arjantin’in IMF’den çıkartılmasını gündeme getirmişti.

1970’li yıllarda ‘Central African Republic’ Diktatörü Jean Bedel Bokassa ülke nüfusunu yükseltmeyi emredince sayılar artırılmış ama kadınlar ve erkekelerin ayrı tutulan rakamlarının toplamı yükseltilmiş sayılardan küçük olarak kalmıştı, değiştirilmemişti.

***

3 Eylül 2016 tarihinde The Economist adlı dergide yayınlanan “Called to account” başlıklı yazı:

Called to account

“FACTS are stubborn,” wrote Mark Twain, “but statistics are more pliable.” Because made-up GDP and borrowing figures can trick creditors into lending more cheaply, and fiddled inflation numbers can cover up economic woes, politicians are sometimes tempted to tweak data. It is the job of statisticians to keep numbers honest.

Occasionally, at a high price. In 1937 Olimpiy Kvitkin, a Russian statistician in charge of a census of the Soviet Union, was arrested and shot. His error was to find that the country contained fewer people than Joseph Stalin had announced (the dictator’s brutal policies may have explained the shortfall).

Less extreme, but nonetheless shocking, is the case of Andreas Georgiou, who has gone from Greece’s chief statistician to its chief scapegoat. Mr Georgiou’s crime? Estimating that the government’s budget deficit in 2009 was 15.4% of GDP.

Never mind that the first estimate of this figure had been only a little lower, at 13.6% of GDP. Never mind repeated confirmation from the European Commission that Mr Georgiou’s numbers were accurate. Never mind, too, his 21 years of experience at the IMF. Detractors across the political spectrum accused him of inflating the figures. They then took him to court.

At first they claimed that the alleged falsification led to the panic that ended in Greece’s bail-out in 2010. Awkwardly, Mr Georgiou started at ELSTAT, the Greek statistical agency, after the bail-out. So the accusation changed. Now he is said to have caused Greece €171 billion-worth ($190 billion) of damage. His supposedly false numbers justified the harsh conditions imposed by Greece’s creditors.

Courts have rejected these charges three times. But on August 1st the Greek supreme court reopened the case. And in December Mr Georgiou faces a separate trial, in which he is accused of refusing to allow ELSTAT’s board to use a vote to decide on the level of the deficit. Statistics are not supposed to work by ballot.

When it is politically difficult to stand up for harsh truths, external agencies can be statisticians’ only fallback. So far it has fallen to the commission, rather than the Greek government, to speak up for Mr Georgiou. In a similar episode in 2013 in Argentina, where the then-president, Cristina Fernández de Kirchner, had a penchant for prosecuting number-crunchers keen to report accurate inflation figures, the IMF threatened expulsion if statistics did not improve.

Statisticians know better than anyone that fiddling figures is hard. When Jean-Bédel Bokassa, dictator of the Central African Republic in the 1970s, ordered a boost to population figures, the total duly went up—but the separate tallies for men and women did not. Lies, damned lies and statistics? There’s a difference, all right. Ask a statistician.”

 

Wall Street Journal’da Yayınlanan 27 Mayıs 2019 Tarihli “Iran Has Been at War for 40 Years” Başlıklı Yazıdan Çevirdiği 1 Haziran 2019 Tarihli “İran 40 Yıldır Savaş İçinde Yaşamaktaydı!” Başlıklı Yazısı

İran 40 yıldır savaş içinde yaşamaktaydı!

“Iran Has Been at War for 40 Years”

 

ABD, en son habere göre, 1500 kişilik küçük bir orduyu İran’a göndererek İran’ın olası savaşlarının devamını önlemeye çalışacak. İran’la savaş çıkmasından çekinenler, savaşın ortadan kalkmasını tercih etmekteler ama İran ise 40 yıldır savaş içinde yaşamaktaydı. Önce Arap Emirlikleri’nin ticari gemilerini ve sonra da 1979’da Hizbullah, Tahran’daki ABD elçiliğini işgal etmişti.

The U.S. plans to send 1,500 troops and other military assets to the Middle East to counter the Iranian threat. Those who worry about the possibility of war ignore that Iran is already at war and has been for almost 40 years. Its recent sabotage of commercial vessels in the United Arab Emirates and pipelines in Saudi Arabia continues a long pattern that began with the invasion of the U.S. Embassy in Tehran in November 1979.

 

Beyrut’ta 63 kişi öldürülmüştü. Bunların 17’si Amerikalıymış. 6 ay sonra ise iki bombalama daha yapılmış ve de 241 ABD personeli ve 58 Fransız askeri öldürülmüştü.

Iran established Hezbollah in Lebanon in the early 1980s. In April 1983, Hezbollah attacked the U.S. Embassy in Beirut, killing 63, including 17 Americans. Six months later it carried out twin suicide bombings, which killed 241 U.S. servicemen and 58 French military personnel.

 

1990’da ise İran’ın o zamanki yeni lideri Ali Khamenei ise, ‘İslami Gardlar’ dünyanın her yanına yayılsın diye özel ordu kurmuştu. 2000’de ise İslami Devrimci Askerler, ABD’nin Irak’ı işgalini görmüşlerdi. Askerler öldürücü silahlarla yüzlerce ABD’li ve diğer ülkelerin askerini de öldürmüşlerdi. İran ve Irak’ta öldürülen askerlerin sayısı ise Pentagon tarafından 608 kişi olarak tahmin edilmişti.

In 1990 Iran’s newly installed Supreme Leader Ali Khamenei said that the mission of the Quds Force, an elite unit of the Islamic Revolutionary Guard Corps, is to “establish popular Hezbollah cells all over the world.” In the 2000s the IRGC saw the U.S.-led invasion of Iraq as another opportunity to establish proxy forces. It armed Shiite militias with explosively formed projectiles, a particularly deadly improvised explosive device that killed hundreds of American and coalition soldiers. The Pentagon recently estimated the number of U.S. troops killed by Iran in Iraq at 608.

 

(Malumatfuruş’un Notu: Deniz Gökçe’nin asıl kaynağından çeviri yapmadığı tek bölüm bu cümleler)

İran silahlı askerleri füzelerle de saldırtınca da durum iyice kötüleşmişti.  Sonuçta durum salt İran’la savaşmak değildi.
Philipp Smith adlı bir Washington Yakın Doğu Enstitüsü uzmanına göre de, yüzlerce Şiili grup, Irak, Lübnan ve Suriye’de de savaşmaya girişiyordu. 2016 yılında nükleer savaş gündeme gelince de Obama’nın davranışı da, İran’a yaklaşımı, farklı ve sulh içinde bakar şekilde gerçekleşmişti. İran, 2016 yılından itibaren milyarlarca dolar nakit sahibi de oldu. Ve İran da Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak’ı bile kısmen kendi tarafına alabilir hale de geldi.

Given that Iran’s client in Syria, Bashar Assad, opened Damascus to anti-American Sunni jihadists, it appears the majority of U.S. casualties in Iraq were caused by Iran and its partners. In a recent study of Shiite militias, Philip Smyth of the Washington Institute for Near East Policy finds that “more than a hundred different Shia groups and subgroups, the primary drivers of Iranian influence, operate in Iraq, Lebanon, and Syria.”

 

(Malumatfuruş’un Notu: Bu bölümde makalenin aslında yer alan mesajı da kötü bir çeviriyle çarpıtmış. WSJ makalesi Obama’nın İran politikasının etkili olmadığını aktarıyor, Deniz Gökçe ise tam tersini belirtmiş)

Obama ve de Trump’ın İran yaklaşımı ise, şu anda sanki İran’a karşı etkili oldu gibi. Hizbullah lideri Hasan Nasrullahü, askerlere maaş bağlanmasını da talep etti. İran’daki yeni felsefe, ülkenin ve vatandaşların da kısmen başka yöne değişmesine de yol açtı.
Yet Mr. Trump’s policy of maximum pressure is showing signs of success. Hezbollah leader Hassan Nasrallah has publicly called for donations from the party faithful even as salaries are slashed and services curtailed as a result of sanctions against Tehran.
Eğer tam bir askeri savaş yeniden gündeme getirilmezse de rejim önemli boyutta ve hızda değişmiş durumda denilebilir.
While a full conventional conflict is an outcome that is best avoided, it is important to be clear-eyed about the realities on the ground.
Ama 40 yıldır ABD askeri kuvvetlerine ve dostlarına karşı savaş açmak da, kolay kolay içinden çıkılabilir hale pek gelmiyor. Umut edenler, sulh için yeni yaklaşıma geçmek için girişmekte ama sonuç tam ve ne zamanda olacak, o da henüz pek bilinir değil.
The Islamic Republic is already at war. For nearly 40 years, it’s been conducting that war against U.S. allies and interests and American forces.

The Economist’te 3 Eylül 2016 Tarihinde Yayınlanan “Called to Account” Başlıklı Yazıdan Çevirdiği 13 Eylül 2016 Tarihli “Ülkelerin En Zor İşi İstatistikçi Olmak” Başlıklı Yazısı:

Mark Twain vaktiyle kısa bir cümle söylemiş: “Gerçekler inatçıdır, değişmez ama istatistikler daha esnektir!”

“FACTS are stubborn,” wrote Mark Twain, “but statistics are more pliable.”

 

Çünkü uydurulmuş yüksek GSYİH ve düşük borç rakamları kredi verenleri kolayca kandırabilir, daha ucuz fiyatlarla kredi verdirebilir. Uydurmaca enflasyon rakamları ise ekonomik endişeleri ortadan kaldırır. Bu nedenle politikacılar veriler ile oynamaya bayılırlar. Sayıları dürüst olarak derlemek ise istatistikçilerin işidir. Ama bazen kötü olaylar da oluyor.

Because made-up GDP and borrowing figures can trick creditors into lending more cheaply, and fiddled inflation numbers can cover up economic woes, politicians are sometimes tempted to tweak data. It is the job of statisticians to keep numbers honest.

 

1937 yılında Olimpy Kivkin adlı bir Rus istatistikçisi, Sovyetlerin nüfus sayısının Stalin’in ilan ettiğinden daha az olduğunu söylediği içintevkif edilmiş ve kurşunlanarak öldürülmüştü.

Occasionally, at a high price. In 1937 Olimpiy Kvitkin, a Russian statistician in charge of a census of the Soviet Union, was arrested and shot. His error was to find that the country contained fewer people than Joseph Stalin had announced (the dictator’s brutal policies may have explained the shortfall).

 

Yunanistan’da hayat kolaydır diyen pek olamaz da, son dönemdeki baş istatistikçi Andreas Georgiou kurşunlanmasa da suçlu statüsüne getirildi. Suçu siyasetçilere göre Yunanaistan’ın Bütçe/GSYİH sayısının milli gelirin yüzde 15.4 kadarı olduğunu söylemekti.

Less extreme, but nonetheless shocking, is the case of Andreas Georgiou, who has gone from Greece’s chief statistician to its chief scapegoat. Mr Georgiou’s crime? Estimating that the government’s budget deficit in 2009 was 15.4% of GDP.

 

Aslında bu rakam çok uçuk da değildi, ilk hesaplamalar yüzde 13.6 olarak bulunmuştu. Avrupa Komisyonu da Bay Giorgiou’nun sayılarının doğru olduğunu tekrer tekrar gündeme getiriyordu. Kaldı ki Bay Giorgiou’nun IMF’de bu konularda 21 yıl çalıştığını da unutalım. Politikacılar ve onların yağcıları ise, rakamları kasden büyüttüğünü ve de bunun Yunanistan’a zarar verdiğini söyleyip, gariban istatistikçiyi mahkemeye vermişlerdi.

Never mind that the first estimate of this figure had been only a little lower, at 13.6% of GDP. Never mind repeated confirmation from the European Commission that Mr Georgiou’s numbers were accurate. Never mind, too, his 21 years of experience at the IMF. Detractors across the political spectrum accused him of inflating the figures. They then took him to court.

 

Yunanistan’ın 2010 yılında iflasının sorumlusu olarak Georgiou suçlu bulunuyordu. Ama gerçekte Bay Georgiou ELSTAT denen kamu kuruluşunda Yunanistan iflas ettikten sonra çalışmaya başlamıştı. Buna rağmen Bay Georgiou’nun Yunanistan’a 190 milyar dolar zarar verdiği iddia ediliyordu. Bay Georgiou’nun büyük boyuttaki ama güya yanlış sayıları, politikacılara göre ülkeye kredi verenlerin çok yüksek faiz uygulamasını getirmişti.

At first they claimed that the alleged falsification led to the panic that ended in Greece’s bail-out in 2010. Awkwardly, Mr Georgiou started at ELSTAT, the Greek statistical agency, after the bail-out. So the accusation changed. Now he is said to have caused Greece €171 billion-worth ($190 billion) of damage. His supposedly false numbers justified the harsh conditions imposed by Greece’s creditors.

 

Mahkemeler bu iddiaların hepsini red etti. Ama bu yıl 1 Ağustos’ta Yunanistan Anayasa Mahkenesi bir ayrı dava daha açtı. Bay Georgiou güya ELSTAT Yönetim Kurulunun, bütçe açığının boyutu konusunda bir oylama yapmasını engellemişti.

Courts have rejected these charges three times. But on August 1st the Greek supreme court reopened the case. And in December Mr Georgiou faces a separate trial, in which he is accused of refusing to allow ELSTAT’s board to use a vote to decide on the level of the deficit. Statistics are not supposed to work by ballot.

 

Benzer bir olay aslında sık sık gündeme gelir. 2013 yılında Arjantin’de Başkan Fernandez de Kirchner enflasyon rakamlarını düşürmeye çalışınca IMF Arjantin’in IMF’den çıkartılmasını gündeme getirmişti.

In a similar episode in 2013 in Argentina, where the then-president, Cristina Fernández de Kirchner, had a penchant for prosecuting number-crunchers keen to report accurate inflation figures, the IMF threatened expulsion if statistics did not improve.

 

1970’li yıllarda ‘Central African Republic’ Diktatörü Jean Bedel Bokassa ülke nüfusunu yükseltmeyi emredince sayılar artırılmış ama kadınlar ve erkeklerin ayrı tutulan rakamlarının toplamı yükseltilmiş sayılardan küçük olarak kalmıştı, değiştirilmemişti.

Statisticians know better than anyone that fiddling figures is hard. When Jean-Bédel Bokassa, dictator of the Central African Republic in the 1970s, ordered a boost to population figures, the total duly went up—but the separate tallies for men and women did not. Lies, damned lies and statistics? There’s a difference, all right. Ask a statistician.”

Deniz Gökçe'nin İntihal Yaptığı Köşe Yazısı
Deniz Gökçe’nin The Economist Dergisinden İntihal Yaptığı Köşe Yazısı

 

FT’de 6 Ocak 2017 Günü Yayınlanan “Japan Rallies To Defend Toyota After Trump Warning” Başlıklı Analizden Çevirdiği 9 Ocak 2017 Tarihli “Donald Trump Başkan olmadan Japonya ve Çin’den Fırça Yedi” Başlıklı Yazısı

Paragraf paragraf örnekleri sıralayalım:

"Japon yöneticileri de aynı gün, yani dün, “Trump işbaşına gelip de Toyota’ya Meksika’da bir fabrika kurması halinde vergi koymaya kalkarsa, biz de benzer önlemler alırız! dediler."

“Carmaker threatened with heavy penalties over making cars for the US market in Mexico” & “Japanese government officials pushed back against Donald Trump’s criticism of Toyota as the attack on the country’s most powerful corporate name sent shockwaves across Japan Inc.”

 

"Japonya’da Sony Başkanı Kazuo Hirai, Nissan Başkanı Carlos Ghoshn ve de birçok Japon şirketi Genel Müdürü, Trump Hükümeti Toyota ile uğraşmaya başladığı takdirde, Japonya ile ABD arasındaki ticari ilişkilerin farklı bir şekle geleceğini vurguladılar. Japon tarafını temsil eden Japon Maliye Bakanı Taro Aso Toyota’nın ABD’de Kentucky’deki fabrikasında çok yüksek dozda ABD vatandaşı çalıştırdığını ve de herhalde yeni ABD Başkanı Trump’ın Toyota’nın ABD’de kaç araba ürettiğinin sayısını incelememiş olduğunu vurguladı."

“Chief executives of Japanese companies including Sony’s Kazuo Hirai and Nissan’s Carlos Ghosn weighed in, while analysts feared the president-elect’s targeting of Toyota would lead to a broader fallout on Japan-US trade relations.” & ““Toyota is responsible for large employment at US plants such as in Kentucky. It’s questionable whether the new US president has a grasp of how many vehicles Toyota builds in the US,” said Taro Aso, Japan’s finance minister.”

 

"Japonya Ticaret ve Sanayi Bakanı Hiroshige Seko da Japon Hükümetinin yeni ABD Hükümetine Toyota ve de ABD ekonomisi hakkında doğru bilgi verebileceğini de söyledi."

“Hiroshige Seko, minister for trade and industry, added that the Japanese government would do its part to explain to the US administration about the contribution of the country’s car industry to the American economy.”

 

"Toyota Baja’da bir üretim tesisi olduğunu ve bu tesisin Tacoma tipi pick-up kamyonet üretiğini, 2016 yılının Ocak-Kasım ayları arasında ABD’de satılan arabalar içinde Toyota’nın 2.2 milyon araçtan sadece yüzde 6 kadarını ABD’de sattığını,ama Nissan'ın yüzde 22 ve de Mazda’nın da yüzde 47 kadarını satmakta olduğunu belirtti."

“Toyota, which has an existing manufacturing facility in Baja to build the Tacoma pick-up truck, only made about 6 per cent of 2.2m vehicles sold in the US in Mexico during the January to November period, compared with 33 per cent for Nissan and 47 per cent for Mazda, according to SBI Securities.”

 

"Toyota ayrıca Meksika’da kuracağı yeni fabrikada ABD ‘de hiç iş kaybı olmayacağını ve ABD yönetiminin getirdiği düzenleme ve kurallara zaten her zaman uyduklarını da ekledi." 

“In response to Mr Trump’s tweet, Toyota has said no US jobs would be lost as a result of its planned new plant in Mexico. Mr Toyoda has also said the company would “see what policies the incoming president adopts” before deciding whether to take action.”

 

Financial Times’ta Yayınlanan “Infantino Puts His Mark On Fifa With World Cup Overhaul” Başlıklı Haber Metninden Çevirdiği 17 Ekim 2016 Tarihli “FIFA Namuslu Düzene Geçiyor!” Başlıklı Yazısı 

Çevirdiği kısımlar ve haber metnindeki orjinal ifadeleri aktaralım: 

"FIFA‘da Blatter’in sahtekarlık skandalları sonrası işbaşına gelen Gianni Infantino adlı yeni başkan, Dünya Kupası denen aktivitenin daha da genişletilmesi ve reformlar yapılarak rüşvet skandalları ve soygunların bundan sonra da ortaya çıkmasını engelleyecek önlemler almakla görevlendirilmişti." 

Fifa has signalled a broad overhaul of the World Cup, from the tournament’s finances to its possible expansion, as world football’s governing body responds to the bribery allegations that plunged it into crisis. Gianni Infantino, elected Fifa’s president in February to replace his disgraced predecessor Sepp Blatter, has been tasked with implementing reforms that can stamp out future corruption.

 

"Başkan Infantino önceki gün Zürich’te yapılan bir toplantı sonrasında gücü temel karar verici FIFA Konseyi'nin elinden almak (Executive Committee olarak adlandırılıyordu) için düzenlenen bazı önlemleri medya mensuplarına açıklamış bulunuyor. Ayrıca diğer taraftan da bazı öneriler hazırlayarak, mesela Dünya Kupası'nın 32 ülkeden 40 veya 48 ülkenin katılımına açılmasını gündeme getirerek damgasını FIFA’ya vurmaya da başlamış bulunuyor." 

On Thursday, he announced a series of changes designed to remove power further from the Fifa Council, formerly known as its executive committee, the main decision-making body. But he also looks set to stamp his authority on the organisation, suggesting Fifa is close to expanding its flagship tournament from 32 countries to 40 or 48 teams.

 

"FIFA merkezindeki bir konsey toplantısından sonra yaptığı açıklamada, Dünya Kupası'na katılan ülke sayısının artırılmasına son derece pozitif olarak baktığını ama bu konudaki nihai kararların detaylarının ancak gelecek yıl ocak ayında belli olacağını da ekledi. Açıklamaları da uluslararası medyaya yansıdı. Aşağıdaki haberler Londra’da M.Ahmad ve Zürich’te R.Atkins tarafından medyada yayınlandı." 

Speaking at Fifa’s headquarters in Zurich following a council meeting, Mr Infantino said there was a “positive” feeling towards expansion but decisions would only be taken next year on further analysis. “Whether it will be 40 or 48 [teams] we will see in January,” he said.

 

"Infantino futbolun bir numaralı faaliyeti olan Dünya Kupası'na ülke katılım sayısının artırılmasının, futbolun gelişmesine çok katkı yapacağını ve takım sayısı artınca, takımlar dünyanın bir ucundan öbür ucuna gidip play-off oynayıp yenilseler de, ülkelerin buna pozitif bakacaklarını düşünüyor." 

Expansion of the World Cup would be “very beneficial for football development” and even if national teams travelled across the world to be knocked out in play-off rounds, it would still provide “an exciting moment” for the country.

 

"Tabii çok önemli bir konu da maç biletlerinin satışı. Infantino Dünya Kupası biletlerinin kanun dışı yaklaşımlarla satışını da önlemek için önlemler peşinde. Match Hospitality adlı İsviçre firmasının şu anda bundan sonraki iki Dünya Kupası turnuvasının bilet satış haklarına sahip olmasına rağmen, kontrolunun artırılması ve daha transparan bir satış düzeni için de önlemler getirerek, bundan sonraki dönemde özel ajanslar kanalı ile bilet satışının ortadan kaldırılması da planlanıyor. İlk adım olarak Infront adlı spor hakları konulu şirkette, Blatter’in yeğeni Philip Blatter’e ait olan Match Hospitality adlı şirketteki yüzde 5 hisse elden çıkartıldı. Infront şirketinin sahibi Çin şirketi Wanda da, mart ayında bundan sonraki dört turnuvanın sponsorluğunu da üzerine aldı." 

Another area set to change is ticketing, after officials close to the organisation were caught up in investigations over the illegal resale of World Cup tickets. Fifa said it had strengthened its “control, approval and audit rights” with Match Hospitality, the Swiss company that has ticketing rights for the next two World Cups. It said it was also beginning talks over a new “transparent ticketing model … with much greater in-house control”. This could mean that Fifa would no longer work with any outside agencies and take charge of all ticketing matters. In June, Infront, the sports right agency run by Philippe Blatter, nephew of the former president, sold its 5 per cent stake in Match Hospitality. Wanda, the Chinese conglomerate that owns Infront, in March signed a sponsorship deal for the next four World Cups.

 

"Bir diğer düzenleme de bundan sonraki turnuvaların kimin organizasyonuna nasıl verileceği konusunda getiriliyor. 2018 ve 2022 turnuvaları 22 Executive Komite üyesi kişi tarafından belirlenmişti. 211 üyenin katıldığı bir turnuvanın birkaç üye tarafından belirlenmesi engellenecek. Bu konunun detayları üzerinde de çalışılıyor." 

Other changes relate to the bidding process for future World Cups. The hosts of the 2018 and 2022 editions were voted for by just 22 members of its executive committee. Fifa has previously said that its congress made up of the 211 nations would select future hosts, a move designed to avoid bidding teams potentially winning the event by influencing a small number of Fifa executives.

 

"Turnuvaların gerçekleştirilmesi de yerel birkaç kişinin elinden alınacak ve organizasyonların gerçekleştirilmesi de uzmanlara verilerek, operasyonel risk de böylece ortadan kaldırılacak." 

Before the vote for the 2022 World Cup, Fifa’s technical inspectors had deemed Qatar’s bid as having “high” operational risk, a judgment that did not stop the country from securing enough votes to win.

 

"Infantino Dünya Kupası’nın televizyonda yayımlanmasının da, kontratlarla verilmesi konusunda kurallar geliştireceklerini vurguladı." 

Mr Infantino said the organisation was also in the process of creating a tendering process for lucrative broadcasting contracts for the World Cup.

 

Financial Times’ta Yayınlanan “Brexit Bliss Suffers Rude Awakening With Flash Crash” Başlıklı Makaleden Kaynak Vermeden Çeviri Alıntısı Yaptığı 11 Ekim 2016 Tarihinde Yayınlanan “Sterlin Sallanırken” Başlıklı Yazısı

"Sterlin, Brexit referandumunun oylarının ayrılmayı getirdiği gün, dolara karşı zaten yüzde 15 değer kaybetmişti. Sterlin kuru geçen hafta başında yani 30 Eylül 2016 Cuma gününde de 1.298 Dolar Pound başına değerine gelmişti."
The pound had ended the previous trading day at just above $1.26, having already lost more than 15 per cent of its value against the dollar since the day the British people voted to leave the EU.
"Bu haftanın önemi İngiltere Hükümeti’nin başındaki yöneticilerin, iki yıllık çıkış sürecinin detaylarını mart ayında açıklamak için söz verdiği ve de hem tek pazarı terk etmek, hem de Gümrük Birliği'nden çıkmak için girişim yapılacağını da açıklamış olması idi."
This was the week in which the British government committed to launching the two-year EU exit process by the end of March and gave strong indications that the UK would leave both Europe’s single market and its customs union.
"Bu açıklamaların sonucu da döviz piyasalarının sterline hücum etmesi oldu."

In response, foreign exchange markets have hammered the pound.

"En azından Financial Times köşe yazarı Martin Sandbu böyle düşünüyor."
Martin Sandbu, Deniz Gökçe’nin FT’deki yazısını çevirdiği metnin yazarı .
"Döviz piyasasında negatif sonuç, İngilizleri fakirleştiriyor tabii. Yabancılar ise İngiliz mal ve hizmetlerini de daha ucuz kullanabilecekler, yani onlar mutlu olacak."
It is, in fact, much more than that. A negative reaction across the despatch box in Westminster does not make Britons poorer. A negative reaction in the foreign exchange market does, by reducing the amount of foreign-produced goods and services Britons receive in return for the work they put into making goods and services to be enjoyed by foreigners.
"Tyler Cowen adlı iktisatçıya göre İngiltere kabaca gelirinin yüzde 30 kadarını ithalata harcadığına göre, ülke parasının yüzde 10 düşmesi ülkenin servetinin yüzde 3 kadar azalması demek. Veya da bir yıllık milli gelirin yüzde 19 kadar azalması demek."
How much poorer? The economist Tyler Cowen has suggested that since Britain spends about 30 per cent of its income on imports, a 10 per cent fall in the currency can be seen as reducing its effective wealth by 3 per cent, or about 19 per cent of one year’s worth of national income.
"Tabii ülkenin kendi para piyasası, ülke parasını kötü değerlendirirse, bir zaman sonra başka ülkelerin döviz piyasalarındaki kişiler de sterlini hor görmeye başlayacaklardır."
The currency market is also an early-warning system for worse to come. When forex traders hold sterling in lower esteem — Mr Bloom refers to them as “FX vigilantes” — other investors may soon follow.
İntihal, Emek Hırsızlığı, Plagiarism
İntihal Yapan Köşe Yazarları” başlıklı derlememizi de incelemek isteyebileceğinizi düşünüyoruz…
* Kaçırdığımız bir köşe yazısını aktaran Erkin Göçmen‘e teşekkürlerimizi sunarız…

Yorumunuzu yazınız...