Birisi Kabuk Tutmuş Yaralarımızı Okşamaya Başladığında, Cırt Diye Açılıveriyor ve Kanamaya Başlıyor Yeniden Oluk Oluk” İfadelerinin Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık Adlı Eserinde Geçtiği İddiası Asılsız

Yanlış İddia

 

1982 Nobel Edebiyat Ödüllü Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez’in Yüzyıllık Yalnızlık adlı ünlü eserinde aşağıdaki satırların geçtiği iddiasına odaklanacağız:

“Birisi kabuk tutmuş yaralarımızı okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve kanamaya başlıyor yeniden oluk oluk. Birine teslim olduğumuzda içimizi döktüğümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıyor. O yüzden değil mi içimizi tutmalarımız, birine teslim olmaktan korkmalarımız, ortalıkta gergin ve tedirgin dolanmalarımız? ‘Anlatsam mı anlatmasam mı?’ kararsızlığımız. ‘Bu sevgi beni acıtır mı?’ kuşkularımız.”

 

Bahse konu ifadelerin Yüzyıllık Yalnızlık’ta yer aldığını öne süren örnekler şöyle sunulabilir:

 

yüzyıllık yalnızlık ekşi sözlük

 

yüzyıllık yalnızlık birisi kabuk tutmuş yaralarımızı

 

Ancak sanılanın aksine bahse konu satırlar Gabriel García Márquez’in Yüzyıllık Yalnızlık adlı kitabında geçmiyor.

Ekşi Sözlük’ten meursault samsa mahlaslı kullanıcı, bahse konu ifadelerin Gabriel García Márquez’in Yüzyıllık Yalnızlık adlı eserinde yer almadığını ortaya koymuştu.

“aslı erdoğan’ın mucize mandarin kitabından bahseden ayşe arman’ın yazdığı bir metin bu. sonrasında bir blog yazarı öykünün adını değiştiriyor, bloğuna yazıyor, altına da ayşe arman’ın köşe yazısındaki bu metni ekliyor ve marquez adıyla paylaşıyor. hikaye bu.”

Bu tespitlerden istifade ederek sözün gerçek sahibi hakkında bulguları sıralayalım…

Yüzyıllık Yalnızlık’ın farklı çeviri metinlerinde yaptığımız taramada bahse konu ifadelerin yer almadığını gördük.

Söz konusu ifadelerin kaynağını taradığımızda ise karşımıza Aslı Erdoğan’ın Mucize Mandarin kitabını konu edinen Ayşe Arman’ın yazdığı bir metin çıkıyor.

Ayşe Arman’ın Hürriyet’teki “Ayşe Arman: Ayşe’nin gözlüğü” adlı köşesinde “Seversen daha çok acıtırsın” başlıklı yazısında 7 Mayıs 2001 tarihli yazısından ilgili bölüm şöyleydi:

Seversen daha çok acıtırsın

 

Tam da bu türden hayatlar yaşamıyor muyuz?

 

Aşktan bunca korkmamız bu yüzden değil mi?

 

Kimsenin kollarında yığılıp can vermek istemiyoruz. Çünkü zaten, her tarafımız kılıç yaralarıyla dolu. Ama bir şekilde kapanmış, kabuk bağlamış yaralar onlar. Nasıl yapmışsak yapmışsız, üstesinden gelmişiz. Ama biri o kabuk tutmuş yaraları, okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve oluk oluk kanama başlıyorlar yeniden.

 

Birine teslim olduğumuzda, anlatmaya başladığımızda, içimizi döktüğümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıveriyor.

 

O yüzden değil mi içimizi tutmamız?

 

Birine teslim olmaktan ölesiyle korkmamız?

 

Ortalıkta tedirgin ve gergin dolanmamız?

 

Anlatsam mı anlatmasam mı kararsızlığımız…

 

Bu sevgi beni acıtır mı kuşkularımız…

 

seversen daha çok acıtırsın

 

Anılan köşe yazısında Ayşe Arman, söz konusu satırları yazarken Aslı Erdoğan’ın Mucizevi Mandarin adlı kitabında yer alan bir hikâyeden esinlendiğine değinmişti.

 

Böylesine damardan bir girişe niye ihtiyaç duydum?

 

Aslı Erdoğan yüzünden.

 

Radikal’de köşe yazıyordu biliyorsunuz. Alçaklık etmek istemiyorum ama onlardan pek etkilendiğimi söyleyemeyeceğim. Ama kadın aynı zamanda kitap yazarı. Bak iş edebiyata gelince, herşey değişiyor. Müthiş öyküleri var. Son okuduğum beş yıl önce yazdığı bir şey: Mucizevi Mandarin. İçinde bir bölüm var ki, yüreğimden beni fena yakaladı. Kitabı elimden bıraktım. Sinematografik bir canlandırma yaptım. Görüntüler resmen gözümün önünden bir bir, kare kare geçti ve çarpıldım. Eski Çin efsanelerinden alınma bu öyküyü ilk sevişmelerinden sonra kadın kahraman, erkeğe anlatıyor. Sayfa 42. Önce yazının arasına girip, kendi dilime filan çevireyim dedim, sonra vazgeçtim. Kadın oturmuş yazmış, mükemmel bir şekilde zaten anlatmış. O zaman ben de size aktarmakla yetiniyorum…

 

Ve şöyle devam etmişti…

“Öykü güçle ilgili.

 

 

Lafı uzatmıyorum ve sizi Aslı Erdoğan‘ın, ismini kitabına verdiği masalıyla başbaşa bırakıyorum:

 

‘‘Yaşlı ve çirkin bir mandarin, karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için olağanüstü güzel, ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş.

 

Sabaha karşı, yaşlı adamın uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın, soyguncu dostlarını çağırmış.

 

Ne var ki mandarin, tilki uykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı koymaya, dövüşmeye başlamış.

 

Haydutlar hem kalabalık, hem de işinin ehliymiş.

 

Onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar.

 

Ancak ne kadar vururlarsa vursunlar, bu zayıf çirkin bedende yara açılmadığını, can alıcı darbelerin hiç iz bırakmadığını görmüşler.

 

Bıçakları kılıçlarını çekmişler.

 

Ancak en keskin bıçak, en acımasız kılıç bile mandarine hiçbir şey yapamıyormuş.

 

Sonunda korkup kaçmışlar.

 

* * *

 

Dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevi gücünden etkilenmiş, bir kez daha, bu sefer aşk adına, sevişmek istemiş.

 

Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış.

 

Gelgelelim güzel kadının her dokunuşunda mandarinin bedeninde yeni bir yara beliriyormuş.

 

Dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış.

 

İçten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar.

 

Sonunda mandarin kanlar içinde kadının kollarına yığılmış, ölmüş.’’”

 

mucizevi mandarin

 

Arman’ın yazısından ilgili bölümün Márquez’e ait olduğu iddiasıyla bir internet günlüğünde alıntılanarak paylaşılmasının bu yanlış algıya yol açtığı anlaşılıyor.

Bahsi geçen internet günlüğünde yayımlanan metin şu şekildeydi:

Yaşlı ve Çirkin bir Tüccar..

 

Yasli ve çirkin bir tüccar; karsiligini parayla ödeyecegi zevk gecesi için olaganüstü güzel ama tas kalpli bir fahiseye gitmis… Sabaha karsi, yasli adamin uykuya dalmasini firsat bilen genç kadin, soyguncu dostlarini çagirmis. Ne var ki tüccar, tilki uykusundan firladigi gibi olanca gücüyle karsi koymaya, dövüsmeye baslamis. Haydutlar hem kalabalik, hem de isinin ehliymis. Onu kolayca köseye sikistirmislar. Ancak ne kadar vururlarsa vursunlar, bu zayif ve çirkin bedende hiç yara açilmadigini, can alici darbelerin hiç iz birakmadigini görmüsler.. Biçaklarini, kiliçlarini çekmisler… Ancak en keskin biçak, en acimasiz kiliç bile tüccara hiç bir sey yapamiyormus…. Sonunda korkup kaçmislar…. Dövüsü izleyen kadin, yasli adamin mucizevi gücünden etkilenmis, bir kez daha, ama bu kez ‘ask’ adina, tüccarla sevismek istemis. Onu hayranlikla, arzuyla, sefkatle oksamaya baslamis… Gelgelelim, güzel kadinin her dokunusunda tüccarin bedeninde yeni bir yara beliriyormus. Dövüsün, darbelerin, biçaklarin, kiliçlarin açtigi yaralarmis bunlar… Yaralar, içten bir ilgi ve sefkat görene dek gizli kalmislar. Sonunda tüccar kanlar içinde kadinin kollarina yigilmis, ölmüs….

 

Tam da bu türden hayatlar yasamiyor muyuz

 

Asktan bunca korkmamiz da bu yüzden degil mi Kimsenin kollarinda yigilip can vermek istemiyoruz. Çünkü zaten, her yanimiz kiliç yaralariyla dolu. Ama bir sekilde kapanmis, kabuk baglamis yaralar onlar…. Nasil yapmissak yapmisiz, üstesinden gelmisiz… Ama biri, o kabuk tutmus yaralari oksamaya basladiginda, yaralar tekrar açiliveriyor ve hepsinden oluk oluk kan akmaya basliyor…. Birine teslim oldugumuzda, kendimizi anlatmaya basladigimizda, içimizi döktügümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan revan içinde kaliveriyor…. O yüzden degil mi kendimizi tutmamiz Birine teslim olmaktan korkmamiz Tedirgin bir sekilde ortalikta dolanmamiz “Anlatsam mi, anlatmasam mi” kararsizligimiz. “Bu sevgi beni acitir mi” kuskularimiz….”

 

gabriel garcia marquez

 

yaşlı ve çirkin bir tüccar

 

Bahse konu sözün izini süren Utku Turhan ve kitabın yayımcısı Can Yayınları’ndan Can Öz arasında geçen diyalog da şu şekildeydi:

Utku Turhan: “Bir alıntı var, “Birisi kabuk tutmuş yaralarımızı..” diye başlıyor ve sürekli Yüzyıllık Yalnızlık diye paylaşılıyor. Dün de Ekşi Sözlük’ün en beğenilen entrysi oldu bu. Bunun kitapta olmadığını bu kitabın Sander’den çıkan ilk baskısının da elimde olduğunu, onun da çevirmeninin Seçkin Hanım olduğunu ve bir iki kelime değişikliği hariç üslupta, çeviride bir fark olmadığını söyledim. Pdf formatında da kitapta alıntıyı aradım ve yoktu. Sormak istediğim şey şu, özellikle 2015 sonrası baskılarda bir değişiklik ya da ekleme yapıldı mı?”

 

Can Öz: “Yayınevinden sevgil Berna’dan rica ettim, konuyu araştırdı. Bilgiler şöyle: Öykü Garcia Marquez’e ait değil. Aslı Erdoğan’ın Mucizevi Mandarin öyküsü.”

 

Utku Turhan: “Çok teşekkür ediyorum ilginize. O kadar rahatladım ki, yazı sahibi kusura bakmasın da Marquez’e pek yakıştıramadığım bir metindi. Yüzyıllık Yalnızlık’ta olmadığına emindim ama acaba dedim Kolera Günlerinde Aşk’ta falan olabilir mi? Tekrar tekrar teşekkürler.”

 

Can Öz: “Ancak hikayedeki mandarin, bir blog yazısında tüccara dönüştürülmüş.” “Alıntı ise Ayşe Arman’ın bir yazısından.” “Müthiş bir hatalı bilgi sarmalı.”

 

Ayşe Arman’ın Satırlarını Gabriel García Márquez’e Atfeden Yazarlar

Antakya Gazetesi’ndeki 1 Şubat 2019 tarihli “Dar sokakların yorgun Antakya’sı…” başlıklı yazısında Tamer Yazar, Yüzyıllık Yalnızlık’ta yer almayan sözü aktarmış:

"Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” adlı eserinde geçen bir paragrafla başlayalım bugüne ve o paragrafın her bir kelimesinde durup, binlerce yıllık bir kentin, Antakya’nın yorgunluğunda mırıldanan eldeki son hali düşünelim! İşte o kelimeler…

“Birisi, kabuk tutmuş yaralarımızı okşamaya başladığında ..."

Kristin Demirci ise kişisel internet sitesinde 18 Nisan 2014 tarihinde yayımlanan “Astro-Portreler: Gabriel Garcia Marquez’in Doğum Haritası” başlıklı yazısında Yüzyıllık Yalnızlıkta mezkur ifadeleri okumuş taklidi yaparken yakalanmış:

“Yüzyıllık yalnızlık kitabında ise Ay Chiron kavuşumunu anlatan dizelere rastlarız “Birisi, kabuk tutmuş yaralarımızı okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve oluk oluk kanamaya başlıyor yeniden… Birine teslim olduğumuzda ve içimizi döktüğümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıveriyor.””

Harpersbazaar.com.tr’deki “Marquez’in ardından…” başlıklı 10 Nisan 2014 tarihli yazısında Nilüfer Türkoğlu malumatfuruşluğunun kurbanı olmuş.

 

Yorumunuzu yazınız...