“Baharı Yaz Uğruna Tükettik / Aşkı Naz Uğruna / Ve Papatyaları Seviyor Sevmiyor Uğruna / Derken Ömrü Tükettik Bir Hiç Uğruna” Şiirinin Sezai Karakoç’a Ait Olduğu İddiası Doğru Değil

Yanlış İddia

 

“Baharı yaz uğruna tükettik / Aşkı naz uğruna / Ve papatyaları seviyor sevmiyor uğruna / Derken ömrü tükettik bir hiç uğruna” dizelerinin birçok sosyal medya platformu ve internet sitesinde Sezai Karakoç imzasıyla paylaşıldığına şahit oluyoruz.

Bu yöndeki paylaşımlardan bazı örnekler sunacak olursak:

 

aşkı naz uğruna

 

bahari yaz uğruna

ömrü tükettik hiç uğruna

 

 

Sezai Karakoç’un şiir anlayışıyla bağdaşmasa da ona izafe edilen dörtlüğü ilk olarak tüm şiirlerinin bir araya getirildiği Gün Doğmadan adlı kitabında taradık; fakat, bu dizelere dair herhangi bir ize rastlamadık.

Sezai Karakoç’un bahse konu dizelerin şahsına ait olmadığını beyan ettiği Dergi-lik tarafından aktarılmıştı.

Sahibini yitirmiş şiirlerden biri olarak Karakoç imzasıyla yaygın olarak paylaşılan dörtlüğün kime ait olduğunu tespit edemedik.

Cemal Süreya, Sezai Karakoç’u tarif ederken “Çok yetenekli bir Mehmet Âkif’in tinsel görüntüsüyle adamakıllı dürüst bir Necip Fazıl’ınkini iç içe geçirin, yaklaşık bir Sezai Karakoç fotoğrafı elde edebilirsiniz.” demiştir.[1] Farklı dünyaların yolcusu olsalar da içine doğdukları coğrafya, parasız yatılılık, üniversite arkadaşlığı Cemal Süreya’nın şairi çok iyi tanımasına imkân vermiştir. Ona göre Karakoç öyle bir Müslümandır ki “Marx da bilir, Nietzsche de bilir, Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever. Nâzım da okur.”[2]

Sezai Karakoç’u en iyi tanımlamış isimlerden biri kuşkusuz Behçet Necatigil’dir. Necatigil’e göre Karakoç, “Günümüz şiirinde İslami düşünceyi modern şiirdeki gerçeküstücülükle kaynaştıran; mistizmden, enbiya-evliya kıssalarından yararlanan, çarpıcı benzetme ve imgelerle, denenmemiş sentezlere ulaşan, bağımsız sayfalar açan” bir şairdir.

Sezai Karakoç’un şairliğini, düşünce adamı kimliğinden ayırmak eksik bir bakış olacaktır. O, şiir ve düşüncelerini bir akım, kendi deyimiyle “hakikat akımı” olarak tanımlamış ve “diriliş” hareketi olarak isimlendirmiştir.

Karakoç’un şiiri “çağdaş şiirin bütün imkânları ve görüntüleriyle donanımlı bir şiirdir. Bu şiir hiçbir biçimde gelenekle de bağını koparmamış, aksine diri tutmuştur.”[3] Dili kullanmada Karakoç’un yeteneği onun en belirgin özelliğiyken, dilin her türlü imkanını kullanan bir üst dil oluşturur.

Şiirine Doğu ve Batı medeniyetlerinin kültürel dokusunu eklerken mistik, imgesel, sembollerle yüklü kapalı bir dil oluşturur. Arif Ay Karakoç’un şiirini Mevlânâ’nın pergel metaforuyla ifade eder: “Sezai Karakoç, bir ayağını kendi inancına, uygarlığına sabitler, bir ayağıyla da bütün dünyayı dolaşır.”[4] der. Çok katmanlı bir yapıda oluşturduğu şiirin katmanları aralandığında kültürel değerlerden ilham alan medeniyet kavramına ulaşılır. Yine şairin hayatının ve eserlerinin “öz”ü olan “diriliş” kavramı düz yazıları kadar şiirinin de şifresidir. Elbette şiirinde metafizik güçlü bir damardır. İslam Medeniyeti ve şuuru önemli bir yer tutar. “Bugünle geçmiş, geçmişle bugün arasında bir düşünce yapısı” [5] kurarken de medeniyeti anlatırken de tabiat unsurlarını kullanır.

Peki mevzubahis şiirdeki tabiat, aşk, fanilik anlatımıyla Sezai Karakoç şiir anlayışının nasıl bir farkı vardır? Sezai Karakoç’un tabiata dair unsurlarıyla da aşkı mistik bir öğe olarak imgesel anlamlarla çok sık kullandığını görürüz.

Birkaç örnek sunacak olursak:

Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı

Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum.

Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın

Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum

Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum

Seni süt içmeye çağırıyorum parmaklarımdan

Kara yılan kara yılan kara yılan kara yılan

(Gün Doğmadan, s. 45)

Tabiat, Karakoç’un dizelerinde  kültür, medeniyet, şehir, doğa çatışmalarında bir unsur, birçok kavramın simgesi olarak karşımıza çıkar. Fakat mevzubahis dizelerde böyle bir anlam derinliğini görememekteyiz.

Kendisi çok kabul etmese de İkinci Yeni kuşağı içinde değerlendirilen Sezai Karakoç Ahmet Oktay’ın ifadesiyle “imgelerin büyük bölümünü yetkin biçimde Kur’an’dan ve onun göndergelerinden üretir.”[6]

Bahar yaz güz kış

Ben sen İsa ve Yahya

Bir gülü yetiştirmek için

Yaratılmışız

Şükür Tanrıya

(Gün Doğmadan, s. 186)

Sezai Karakoç’un şiiri tanımlama şekli bile tabiata ayırdığı alanı göstermesi açısından mühimdir. “Karakoç, şairi ‘üzerine büyük bir arı oğulu konmuş’ ağaca benzetir. Oğul, her bir duyguyu, bir düşünceyi vızıldatan kelimelerdir. Oğul (kelimeler) ve ağacın (şairin) bir süre birlikte yaşamalarından şiir vücut bulur.”[7] Ona göre şair, “yılanın tepesinde gül açtırmak, akrebin ağzında tebessüm vücuda getirmek, deve sırtında dans etmek gibi bir kader cambazlığının adamıdır.”[8]

“Kaç eleğimsağma altından geçtim

Çocukken çok gözledim samanyollarını

Yaz akreğlerinin bile bakamadan edemedikleri samanyollarını

Kaç kez yedim doğu sabahlarının

Yaz aylarında çatlattığı narlarını narlarını”

(Gün Doğmadan, s. 187)

İmgeye yaslanan, çarpıcı, çok katmanlı şiirlerin şairi olan Sezai Karakoç; bahsi geçen şiirdeki gibi popüler olandan nasibini almış, açık şekilde duyguların aktarıldığı dizelerle yan yana gelmeyecek kadar ayrı bir şiir anlayışını benimsemiştir. Aşkı da tabiatı da şehri de faniliği de kutsalı da medeniyeti de anlatırken ifadenin ulaşacağı saf anlatıma kapı aralayan, uğraşılan hatta düşünülen bir şiirin temsilcisi mütefekkir bir şair olmuştur. Bütün sosyal medya ağlarında arzı endam eden, çok etkileşim getirmesinin hayaliyle afili fotoğraflara monte edilmiş, kime ait olduğu bilinmeyen bu dizeler de isnat edildiği şairden arındırılarak arşivlerdeki yerini alacaktır.

 

[1] Cemal Süreya, 99 Yüz, YKY, İstanbul 2010, s. 556.

[2] a.g.e s. 558.

[3] Ramazan Kaplan, Şair Sezai Karakoç, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 2010, s. 188.

[4] Arif Ay, Şair Sezai Karakoç, Kültür ve Turizm Bakanlığı, s. 288.

[5] a.g.e s. 297.

[6] Ahmet Oktay, Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış (Berna Moran’a Armağan), İletişim Yayınları, İstanbul 2012, s. 155.

[7] Turan Karataş, Doğunun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1998, s. 445.

[8] a.g.e s. 457.

Yorumunuzu yazınız...