Fehmi Koru’nun Kardeşinin Eşinin Ali Babacan’ın Halası Olduğu ve Ali Babacan’ın Halasının Mezarının Üsküdar Bülbülderesi Yahudi Mezarlığında Bulunduğu İddiaları Asılsız

Yanlış İddia

 

İşbu yazıda DEVA Partisi Lideri ve eski Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın halası hakkında ileri sürülen iddiaları ele alacağız.

Gazeteci yazar Fehmi Koru’nun kardeşinin eşinin Ali Babacan’ın halası olduğu ve Yahudi mezarlığına defnedildiği iddiasının Ali Babacan’ın DEVA Partisini kurma sürecinde sosyal medyada dolaşıma girdiğine şahit oluyoruz.

Bu iddiayı aktaran ve kayda değer etkileşim alan örnek sosyal medya paylaşımları şu şekilde sunulabilir:

“Fehmi Koru’nun kardeşi Ali Naci Koru’nun eşi, Canan Koru, Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül ile kardeş çocukları. Fehmi Koru’nun karısı, Ali Babacan’ın halası olur. Ali Babacan’ın halası, Yahudilerin mezarlığı, Bülbülderesi mezarlığına defnedilmiştir. Bu ülkede tesadüf yoktur.”

 

fehmi korunun kardeşi ali naci korunun eşi canan koru

 

canan koru abdullah gülün eşi hayrunnisa ile kardeş

 

“Ali Babacan’ın halası Üsküdar bülbül deresi yahudi mezarlığında gömüldüğünü biliyor muydunuz..? Söyleyeceğim bu kadar, hesabı siz yapın..”

 

hatice babacan yahudi

 

Ancak iddianın aksine, Fehmi Koru’nun eşi Nebahat Koru, Ali Babacan’ın halası değil, Fehmi Koru’nun kardeşi Naci Koru’nun eşi Canan Koru ve Hayrünnisa Gül kardeş çocukları değil, Ali Babacan’ın halası Bülbülderesi mezarlığına defnedilmiş değil; çünkü, Ali Babacan’ın (kastedilen halası Hatice Babacan) hâlâ hayatta ve İstanbul’da yaşamını sürdürmektedir.

Fehmi Koru, kişisel internet sitesinde 10 Ağustos 2019 tarihinde yayımladığı “Bir televizyon dizisi.. Bizde olanlar bizde olmadan önce senaryolaşmış ve ABD’ye uyarlanmış.. Dehşete düştüm” başlıklı yazısında bu iddiaları yalanlamıştı. Koru, kardeşi Naci Koru’nun eşi Canan Koru ile Hayrünnisa Gül’ün kardeş çocukları olmadığını, eşi Nebahat Koru’nun Ali Babacan’ın halası olmadığını ve Ali Babacan’ın halasının hâlâ sağ olduğunu şu sözlerle aktarmıştı:

Dizinin son bölümünü izleyip ekranda yaşananları içime sindirmeye çalıştığım dün akşam bir dostum bizdeki sosyal medya ürünü bir mesajı iletti. Orada Abdullah Gül, eşi, Ali Babacan, ben ve kardeşim Naci Koru ile eşi arasında gerçeklerin çarpıtıldığı akrabalık ilişkileri kuruluyor (Naci’nin eşi Hayrünnisa Gül ile kardeş çocuğu değil) ve Ankara İlahiyat Fakültesi’nde en eski (1970’li yıllar) başörtüsü mücadelesini vermiş bir hanımefendi (Ali Babacan’ın halası, ama benim eşim değil ve halen sağ) sanki gayr-ı müslim biriymiş gibi yansıtılıyor. Acaba bizdeki bu tür sosyal medya tezviratlarının kaynağı neresi olabilir?”

 

fehmi koru ali babacan halasi

 

Fehmi Koru’nun eşi Nebahat Koru’nun Adil Düzen’in teorisyeni siyasetçi ve yazar Süleyman Karagülle’nin kızı olduğu bilinmektedir.

Babacan, Karar gazetesinden Ahmet Taşgetiren ve Yıldıray Oğur’a verdiği demeçte 3 halasının da başörtüleri nedeniyle yaşadıkları sorunlara şöyle değinmişti:

“Bu tabi Türkiye açısından önemli bir özgürlük sorunuydu. İnsanların dini inancı sebebiyle ya da kişisel tercihleri sebebiyle dışlanması ötelenmesi, ona yasaklar konması kabul edilebilir bir durum değil. Siyasi bir mücadele değildi o. Bir hak ve özgürlük mücadelesiydi. Benim diğer halalarım da aynı problemi yaşadı. ODTÜ’de okuyan kız kardeşlerimden de aynı problemleri yaşayanlar oldu. Halam Hatice Babacan o dönem İlahiyat Fakültesi’nden ihraç edildi daha sonra Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne girdi. Bir sonraki halam, enteresandır, herhalde o dönem şartlar değişti, başörtülü olarak İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. En küçük halam eczacı oldu, ama mesleğini geçici diplomayla yaptı, başörtülü fotoğrafı olan diplomasını geçtiğimiz yıllarda alabildi. Kendisi 1955 doğumlu. Bugüne geldiğimizde benzer problemler var ama problemlerin etkilediği kitleler değişti. Roller değişti. Biz hep şunu diyorduk, dünyanın her yerinde anlatıyorduk. AK Parti kurulu düzene karşı bir isyan olarak ortaya çıktı, bir hak ve özgürlük mücadelesi olarak AK Parti ortaya çıktı. Bugün bakıyorsunuz kurulu düzen ne, nasıl tanımlanıyor? Hak ve özgürlük sorunları nerede, hangi kesimlerde? Tabi baktığımızda benzerlik çok aslında, ama roller değişti, şapkalar değişti.”

Ali Babacan’ın 3 halasının bulunduğu bilinse de Fehmi Koru ile akrabalık bağı kurulan halasının yakın tarihimizde yer etmiş bir isim olan (ve kamuoyu tarafından bilinen (tek) halası) Hatice Babacan olduğu anlaşılmaktadır.

Hatice Babacan, derslere başörtüsü ile girme tutumu nedeniyle üniversiteden atılan ilk öğrenci olarak tanınmaktadır (Nur Serter (2010). Dinde Siyasal İslam Tekeli. Derin Yayınları. Sf: 146).

Hatice Babacan, 1967-1968 ders yılında kaydolduğu Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde derslere girerken başörtüsünü çıkarmadığı için önce ihtar almış, ardından okulla ilişiği kesilmişti (Hasan Aksay (1989). Gerici Eylemler ve Başörtüsü. Ölçü Yayınları. Sf: 113). Hatice Babacan’ın İlahiyat Fakültesindeki derse başını örterek girmesine kürsüdeki hoca Prof. Dr. Neşet Çağatay’ın tepki vermesinin ardından tartışmalar sürmüş ve olayın duyulması fakültede öğrenci eylemleri yapılmasına yol açmıştı . Başını örtüp derslere girmesine izin verilmeyeceği kararına direnen Babacan’a erkek öğrencilerin destek vermesiyle başlayan protesto ve boykot hareketi giderek yaygınlaşmıştı (Doğan Duman (1997). Demokrasi Sürecinde Türkiye’de İslamcılık. Dokuz Eylül Yayınları. Sf: 252). Durumu kontrol altına almaya çalışan İlahiyat Fakültesi Disiplin Kurulu, gazetelere verdiği demeçlerde Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken’e, Prof. Neşet Çağatay’a ve diğer öğretim üyelerine ağır ithamlarda bulunduğu, kâfirlik, masonluk ve komünistlikle suçladığı, “öğrenciliğe yakışmayacak hareketlerde” bulunduğu gerekçesiyle 11 Nisan 1968 tarihinde Hatice Babacan’ın ihraç edilmesi kararını vermişti (Cumhuriyet, 30 Nisan 1968, Sf: 7).  Fakülte yönetimi, Hatice Babacan’ın başını örttüğü için değil, diğer öğretim üyelerini ve fakülteyi küçük düşürücü tarzda gazetelere demeç verdiği ve bunları yaptıktan sonra özür dilemeyi reddettiği için uzaklaştırıldığını öne sürmüştü (Cumhuriyet, 16 Nisan 1968, Sf: 7). İlahiyat Fakültesi Yönetim Kurulu tarafından alınan karar, Üniversite Senatosu tarafından onaylanmıştı (Cumhuriyet, 26 Mayıs 1968, Sf: 1). Hatice Babacan’ın ve Mustafa Doğrusöz’ün fakülteden uzaklaştırılma kararını bazı öğrenciler derslere girmeyerek, İlahiyat Fakültesi bahçesine çadır kurarak, fakülte binasında gece ve gündüz nöbet tutarak protesto etmişti (Cumhuriyet, 24 Nisan 1968, Sf: 7).  Hatice Babacan ve Mustafa Doğrusöz’ün ihraç kararının kesinleşmesinin hukuk dışı olduğunu belirten protestocuların yoğun şekilde eleştirdiği Prof. Hüseyin Yurtaydın, fakülte dekanlığı görevinden istifa etmişti.

16 Nisan 1968 tarihli Hürriyet gazetesi ise bu durumu şöyle aktarmıştı:

 ANKARA, (HA) — Başı örtülü Hatice Babacan ve Mustafa Demiröz adındaki iki öğrencinin İlahiyat Fakültesinden atılmasının, Ankara Üniversitesi Senatosu tarafından onaylanması, bu fakültede yeni olaylara yol açmış, hazirana kadar kapalı olduğu halde öğrenciler fakülteyi işgal etmiştir. Fakülteyi işgal eden 40 50 kişi, sayılarının 300 civarında olduğunu iddia etmişlerdir, öğrenciler, üniversite senatosunun da hissi davrandığını ileri sürmüşler ve: “biz kararın durdurulması için Danıştay’a dava açacağız. Dava sonuna kadar fakülteden çıkmayacağız. Burada yatıp kalkacak ve fakültedeki temizleme, sulama gibi sosyal hizmetleri kendimiz göreceğiz” demişlerdir. Öğrenciler ilahiyat fakültesinin giriş kapısına da büyük bir bayrak asmışlardır.

Dekan istifa etti

İlahiyat Fakültesi öğrencileri üniversite senatosunun toplandığı Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi dekanı Prof. Hüseyin Yurtaydın’ı çevirmişler, dövmek istemişler, otomobilini yumruklamışlardır.

Prof. Yurtaydın’ı öfkeli öğrencilerin elinden Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğrencileri kurtarmışlardır. Dekan daha sonra ikinci defa istifa etmiştir. İlahiyat öğrencileri daha sonra kapalı olduğu halde kendi fakültelerine gitmişler, içeriye girerek fakülteyi işgal etmişler, memurlardan da fakülteyi terk etmesini istemişlerdir. Bu arada fakülteleri kapalı olduğu için memleketlerine giden öğrenciler de Ankara’ya davet edilmiştir.

30 Nisan 1968 tarihli Cumhuriyet gazetesinde ise Hatice Babacan’ın başörtüsü nedeniyle fakülteden atılması süreci şöyle aktarılmıştı:

“İlâhiyat Fakültesinde meydana gelen olaylar aslında 1966 yılına dayanmaktadır. Fakülte yönetiminin gerici yöneticilerin eline geçmesini arzulayan bazı çevreler tasarladıkları “oyun”u 1966 yılında sahneye koymak istemişler ve 1966 1967 ders yılı başında birinci sınıfa kaydolan öğrencilerden Nesibe Bnlayıcı okula gidip gelirken ve sınıfta başını örtmüştür. Bu haliyle Fakülte içinde dikkatleri üzerine çeken “başörtülü öğrenci” aydın öğretim üyelerinin “hareketinin doğru olmadığı” yolundaki öğütlerini, nurcu çevrelerin baskılarına rağmen dinlemiş ve «başındaki örtüyü» çıkararak bu tarihte meydana gelmesi muhtemel bir takım hareketleri önlemiştir. 1966 1967 ders yılında kapatılan bu mesele, 1967 1968 ders döneminde Hatice Babacan’ın Fakülteye kaydolmasıyla yeniden başlamıştır. Ders yılı basında Orta Doğu Teknik Üniversitesine kaydolan Babacan, kayıtlar kapanmış olmasına rağmen. İlâhiyat Fakültesine alınmıştır. Ders yılının birinci dönemi başlangıcında Fakülteye “diğer öğrenciler gibi giyimli” ve “başı açık” olarak gelen Hatice Babacan daha sonra kıyafetini değiştirerek başını örtmüş ve öğretim üyelerine karşı “tutumunu” da değiştirmiştir. Babacan bundan sonra bazı çevreler tarafından hazırlanan “mizansen”i uygulamaya başlamış ve aydın profesör ve yardımcılarını “inançsızlık”la suçlamıştır.

Ahmet Ekrem Bedük, Hatice Babacan’ın başörtüsü nedeniyle İlahiyat Fakültesi’nden atılması sürecine ilişkin şahitliğini şöyle aktarmıştı:

“Nitekim 1966 yılında fakültemize Hatice Babacan, -Ali Babacan’ın halası oluyor- geldi. Bu hanım hem ODTÜ’yü, hem İlahiyatı çok yüksek bir puanla kazanmış olmasına rağmen İlahiyat Fakültesini tercih etmiş. Başı örtülüydü… Eteği çok uzun değildi, yani tam tesettür anlamında olmasa da, nihayetinde kapalı bir giyimi vardı. “Vay efendim bu fakülteye nasıl böyle baş örtülü bir kız gelir?” diye yaygaraya başladılar. … Fakat Hatice Babacan’ın fakülteye başörtülü gelmesi hadise oldu. O günkü dekan aşırı tepki göstererek kızı okuldan attırdı.

Türkiye’de başörtüsü mücadelesinin önde gelen isimlerinden Şûle Yüksel Şenler, “Gençliğin Izdırabı” adlı kitabında (1969. Seher Yayınları. Sf: 42) Hatice Babacan’ın durumuna ağladığını aktarmıştı.

Hatice Babacan İlahiyat Fakültesinden ayrıldıktan sonra takip eden yıl yeniden sınava girmiş ve Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Arap Dili bölümünü kazanmış, örtülü olarak okula devam etmiş ve başörtülü olarak mezun olmuştu (Murat Aksoy (2005). Başörtüsü-Türban: Batılılaşma-Modernleşme, Laiklik ve Örtünme. Kitap Yayınevi. Sf: 145)

Ali Babacan, halası Hatice Babacan’ın hayatta olduğunu ve İstanbul’da yaşamını sürdürdüğünü katıldığı Onedio soru-yanıt yayınında şu sözlerle ifade etmişti (aşağıdaki kayıtta 26:50’den itibaren):

“Hatice Babacan benim halam doğru kendisi hayatta bu arada vefat ettiği ile ilgili bazı dedikodular var çok şükür hayatta kendisi İstanbul’da yaşıyor. Bu olaylar yaşandığında yani halamın başörtüsü ile ilgili olaylar yaşandığında ben 1 yaşındaymışım.”

 

 

Sosyal medyada Ali Babacan’ın halasının mezarının İstanbul’un Üsküdar ilçesinde bulunan (Sabetayistler için önemli olduğu iddia olunan, Selanikliler Mezarlığı adıyla da bilinen) Bülbülderesi Mezarlığı’nda bulunduğu iddiasıyla paylaşılan görselin (Hatice Babacan’ın tevellüt tarihi ve hâlâ hayatta olduğu gerçeği ışığında) 1955 yılında vefat eden aynı isimli bir başka şahsa ait olduğu anlaşılmaktadır.

 

hatice babacan mezar

 

Ali Babacan’ın halası hakkındaki mezkur iddiaların doğruluk payının bulunmadığını Teyit.org da yayımladığı incelemeyle aktarmıştı.

 

ali babacan halası

 

1 Yorum

  1. M. Yeldoksan Reply

    Böyle bir iddia galiba ilk defa Ergenekon soruşturması devam ederken ortaya atılmış. İnternette muhtelif listeler dolaşıyor falan kişi Sabetayisttir diye. Bu listelerdeki bazı isimlerin sabetayist olduğuna yahut olabileceğine dair birtakım başka veriler de çıkıyor. Mesela Abdi İpekçi ve İsmail Cem için sabetayist diyenler vardı. İsmail Cem’in soyadı da aslında İpekçi’dir. Cemil İpekçi kendisi sabetayist kökenden olduğunu açıklamıştı. Şayet bu üç isim akraba ise diğer ikisi de sabetayist yahut kendileri artık sabetayist olmasa bile aile kökenlerinde sabetayistlik olabilir. Burada isim benzerliklerinin yanıltıcı olma ihtimali de var.

Yorumunuzu yazınız...