Akşemseddin’in Fatih Sultan Mehmet’e Yazdığı Mektup

 

20 Nisan 1453 tarihinde buğday yüklü bir Bizans gemisi ile üç Ceneviz gemisinin Osmanlı donanmasını mağlup ederek Haliç’e girmeyi başarması, 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul’un fethiyle sonuçlanacak kuşatma sürecinde, Bizanslılar arasında büyük bir sevince, Osmanlı ordusunda ise büyük bir hayal kırıklığına yol açmıştı. Deniz muharebesinde yaşanan mağlubiyetin hemen ardından Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmet’e müjdelediği fethin gerçekleşmesi için sert tedbirler almaktan kaçınmamasını önerdiği bir mektup yazmıştı.

Baltaoğlu Süleyman Paşa komutasındaki 147 gemiden oluşan Osmanlı donanmasının 4 geminin İstanbul’a girişine engel olamamasıyla alınan mağlubiyetin büyük bir hayal kırıklığına ve düşmanın sevinmesine yol açtığı vurgulayan mektup, padişaha,  kendisine ve fetih müjdesine yöneltilen eleştirilere değinmekle birlikte, geciken fethin etkisiyle Fatih Sultan Mehmet’in, kurmaylarının ve askerlerinin fethe olan inancını destekleme amacını güdüyordu (Halil İnalcık (2010). “Bizans’a ve Ulemaya Karşı Tek Başına”. NTV Tarih Dergisi. S. 17. Sf: 51-58).

İstanbul kuşatmasının dönüm noktası olarak nitelenen, Topkapı Sarayı Müzesi arşivinde 5584 numara ile kayıtlı olan mektup şöyleydi:

 

akşemsettinin fatihe mektubu

 

Mektubun orijinal içeriğinin Latin alfabesine geçirilmiş şekli şu şekilde (Halil İnalcık (2014). Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, Türk Tarih Kurumu Yayınları. Ankara):

“Hüve’l-muizzee’n-nasir

 

Tahiyyât-i zâkiyat ve teslimât-i safiyât iblâğ kılmaktan sonra Cenab- ı Kerime mâruz oldur ki, bu hadise ki ol gemi ehlinden oldu, kalbe hayli tekessür ve melâlet getürdü, bir fırsat görünmedi, fevt olduğuna gayretler geldi. Biri, gayret-i din ki, kâfirler ferah olup şemâtet-ü a’dâ olundu. Ve biri bu ki, mübarek vücudünüze noksân- ı re’y ve adem-i nifâz-i hükm nisbet olmak. Ve biri bu ki, bu zaife adem-i isticâbet-i duâ nisbet olmak ve tebşirümüz gayri muteber olmak. Ve dahi mahzur çok.

 

İmdi müsâhale ve rifk gerekmez. Bunun gibi babda istiksâ idüp kimden bu tehallüf ve adem-i ikdam oldu bilüp ukubet-i azîme gerek; azil gibi ve ta’zir-i şedid gibi. Eğer olunmıya yarın bir gün kal’aya hücum idicek ve hendek doldurmalu olıcak tehâvün ederler. Bilürsüz, ekseri yasak müslimanıdur. Allah içün canını ve başını koyan azdan azdur. Meğer ki bir ganimet göreler, canlarınu dünya içün oda atalar. İmdi mercû ve mütevekka odur, cidd-ü cehd bi kader’il-istitâahem fiilen ve hem emren ve hükmen ve kavlen idesüz. Ve bunun gibiye raci olanı bir merhameti ve rıfkı az olan kimseye buyurasuz; teşdid ve tağliz eder, kemâ yenbaği. Ve hem asl-ı şerisi vardur. Kaale’el-Allahu Teâlâ (Ya eyyühâ en-nebiyyu câhidi’l- küffâra ve’l-münafikine ve aglûz aleyhim). Bir aceb nesne vâki oldu; meraretle otururken Kur’an-ı azime tefe’ül ittik. Sultân-ı sâdat Câfer-i Sâdık işareti üzre bu âyet geldi: (Vaade Allahu el-münâfıkine ve el-münafıkaati ve el-küffâra nâre cehenneme hâlidine fihâ hiye hasbühüm ve leanehum Allahu ve lehum azâbun mukim). İmdi ol varmıyanların bâtını Müslüman değüldür. Hüküm, münâfıkin de kâfirle azâb-i cehennemde mukîm olmakta beraberdür, demek işareti düşdü. Bes, teşdîd-i maslahat göründü. Himmet idesüz. Âkibet, hacaletle, inkisâr ile gitmiyevüz. Belki ferah ve mansûr ve muzaffer gidevüz; biavni Allahi ve nusratihi, âmin. İmdi, gerçi (el-abdu yudebbir ve Allahu yukaddir) kazıyyesi sâbittür, El hükmü li-Allah (Lillah). Ve lâkin elinden geldükçe cidd-ü cehdi kul taksir itmemek gerek. Resûlullahın ve ashâbın sünneti budur. Ve dahi melâletle Kur’an okuyup yatmak vâki oldu, şükür Allahu Teâlâya, envaı vechile lütuflar idüp beşaretler oldu ki çok zamandur anın misli olmadıydı, tesellî-i tam hâsıl oldu.

 

Ve bu sözleri(e) söyledüğümüz Hazretünüze fuzûl-i kelâm ad olmuya, sevdiğümüzdendür Hazretinizi.”

 

Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'un Fethinin Ardından Şehre Topkapı'dan Beyaz At Üzerinde Girişini Gösteren Resim

 

Söz konusu mektup lafzının günümüz Türkçesiyle sadeleştirilmiş hali ise şöyle (Mustafa Uzun (2015). “Sultana Yazılan Mektup; Akşemseddin’in Fetih’teki Rolü”. Düşten Fethe İstanbul. Üsküdar Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü Kültür Yayınları No. 28. Sf: 143-144):

“Allah yegâne yüce yardım edendir.

Zatınızın özel vasıflarına nice övgüler ve samimi dualar sunduktan sonra: Efendimizin huzuruna arz olunur ki,

Bu hâdise ki o gemi ehlinden dolayı meydana geldi. Kalbe hayli sıkıntı ve kırgınlık getirdi. Bir fırsat çıkmıştı fakat elden kaçırılınca birçok olaya sebep oldu. Bunlardan biri kâfirlerin din gayretiyle çok rahatlaması, düşmanın şenlik yaparcasına sevinmesi, moral kazanmalarıdır. Diğeri budur ki: mübârek varlığınıza eksik görüş isnad edilmesi ve emirlerinizi uygulatmada eksikliklerinizin olduğu ithamıdır. Biri de budur ki bu zayıf kula dualarımıza icâbet olunmadığı isnadıyla müjdemizin temelsiz olduğu şeklinde yorumlarda bulunmak. Bunlar gibi pek çok sıkıntı ortaya çıktı. Şimdi bu gibi durumlar, gevşeklik ve ihmal zamanı değildir. Hemen araştırmaya girişilip kimlerin böyle bir duruma yol açtığını ve gerekli gayreti göstermediğini tespit etmek icap eder. Sonra da mesul olanları derhal ağır cezalara çarptırıp azl etmek lâzımdır. Yoksa yarın bir gün kaleye hücum edildiğinde ve hendeklerin doldurulmaya başlanması sırasında ağır davranırlar. Sizin de bildiğiniz gibi bunların çoğu ‘yasak Müslümanı’ denen gönülsüz, zoraki iş gören kişilerdir. Allah için başını ve canını koyacak çok azdır. Bu gibiler bir menfaat ve ganimet gördüklerinde işe sarılırlar, canlarını dünya için ateşe atarlar.

Şimdi sizden ricam odur ki son noktasına kadar gücünüzü kullanın, işinizi ciddiye alın, emrinizin söz ve fiil olarak yerine getirilmesini sağlayın. Bu gibilere iş yaptırmak için merhameti ve yumuşaklığı az olan bir kimseyi iş başına getirin, en ağır şekilde ve sert hareket etsin. Hem bunun şeriatte de yeri vardır. Yüce Allah der ki: ‘Ey Peygamber kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran’ (IX/73). Üzüntü içinde otururken bir acayip hal vuku buldu. Kur’an’a bakarak tefe’ül ettik, sultanû’s-sâdât olan Cafer-i Sâdık işaretiyle bu ayet karşıma çıktı: ‘Allah erkek münafıklara da kadın münafıklara da kâfirlere de içinde ebedî kalacakları cehennem ateşini vaat etti, o onlara yeter. Allah onlara lânet etmiştir, onlar için devamlı bir azap vardır’ (IX/68). Şimdi o cihaddan uzak duranlar, samimi Müslüman değildir, münafık hükmündedir ve kâfirle cehennem azabında beraberlerdir, işaret çıkmıştır. Böylece şiddetle iş yapmak gerektiği ortaya çıktı, himmet ediniz, akıbet kırgınlık ve utanmayla sonuçlanmasın. Biliniz ki sevinç içinde, Allah’ın yardımına ulaşarak, Allah’ın yardım ve desteğiyle muzaffer olacağız. âmin… Gerçi ‘kula düşen tedbirlerde kusur etmemektir. Allah ise takdir eder’ şeklindeki kaide değişmez. Her şey Allah’a aittir. Fakat insan elinden geldiğince gayretle çalışıp çabalamakta eksiklik göstermemek gerektir. Resulullah’ın ve ashbabının sünneti budur. Hüzün içerisinde biraz Kur’an okuyup yattım. Allah’a şükür olsun ki çeşit çeşit lütuflarına ve müjdelere şahit oldum, epeyidir bunun gibi bir şeye mazhar olmamıştım. Tam bir teselli buldum.

Bu sözleri söylediğimiz hazretinize fuzûli bir kelâm olmaya, hazretinizi sevdiğimizdendir.”

 

Tarihçi Erhan Afyoncu ise mektubu günümüz Türkçesine şu şekilde aktarmıştı:

“Bu hadise gemi ehlinden oldu.
Kalbime büyük kırıklık ve üzüntü getirdi. Bir fırsat görünüyordu. Fakat bu hadise o fırsatı ortadan kaldırdı.
Yeni gelişmeler oldu. Birincisi, kâfirler rahatladı, sevince boğuldu, moral buldu. İkincisi, sizin görüşünüzün eksik, hükmünüzün ve kararlarınızın isabetsiz, sözünüzün tesirsiz olduğu görüşü kuvvet kazandı. Üçüncüsü, dualarımızın kabul olmadığı, müjdemizin geçersiz olduğu ifade edilir oldu. Bu bakımdan bu hadise, bunun gibi pek çok mahzurlar doğurdu.
Şimdi yumuşaklık ve merhamet gerekmez. Bu hususta kusuru görülenler, fethe muhalif olanlar tespit edilip, bunlar görevden azil dâhil gereken en şiddetli ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer bunlar yapılmazsa kaleye yeni bir hücuma kalkışıldığında, hendeklerin doldurulmasına karar verildiğinde gevşeklik gösterilecektir. Bilirsiniz, bunlar yasaktan (zordan) anlayan Müslümandır. Allah için canını, başını ortaya koyan azdır. Meğer bir ganimet göreler, canlarını dünya için ateşe atarlar.
Şimdi sizin yapmanız gereken bütün gücünüzle, fiilen, emirle, hükümlerinizle, sözünüzle işe sarılmanız, gayret göstermenizdir. Bu tür görevler, gerektiğinde merhameti ve yumuşaklığı az, şiddet kullanabilecek, zora başvurabilecek kimselere verilmelidir. Bu, hem geçmişteki uygulamalara, hem de dine uygundur. Allah şöyle buyuruyor:
“Ey şanlı Peygamber! Kâfirlerle, münafıklarla sonuna kadar savaş ve onlara karşı sert ol, yumuşak davranma. Onların varacakları yer cehennemdir ki, orası varılacak ne kötü yerdir”.
Bir acayip hal oldu. Üzgün bir halde otururken, Sâdâtın büyüğü, Câfer-i Sâdık’ın işareti üzerine Kur’an’ı Kerim üzerinde mütalaada bulunurken şu âyete rastladım: “Allah münafıklara ve kâfirlere ebedi olarak cehennem ateşini vaadetti. O, onlara yeter. Allah onları rahmetinin sahasından uzaklaştırdı. Onlar için devamlı azap vardır”.
Bu âyete göre, bu işte gayret sarf etmeyenler de, senin emrine uymayanlar da Müslüman değildir. Bunlar münafık hükmünde olup, kâfirlerle cehennemde beraber olacaklardır.
İşlerini daha sıkı tutmandan ve sert davranmandan başka çare olmadığı anlaşıldı. Sonuçta, Allah’ın yardımıyla biz buradan utanan ve gücenen değil, ferahlayan, mansur (yardım edilen) ve muzaffer olarak dönen oluruz. İmdi, “kul tedbiri alır, takdiri Allah’a bırakır” hükmü her zaman geçerlidir. Neticede başarı Allah’tandır. Ama elden gelen bütün gayret sarf edilmelidir. Allah Resülü ve ashabının sünneti de budur.
Hüzünlü bir halde iken biraz Kur’an okuyup yattığımda, bir takım lütuflara, müjdelere mazhar oldum ve teselli buldum. Bu söylediklerim sana boş söz gibi gelmesin. Gereğini yapasın.
Söylediklerim tamamen sizi sevdiğimizdendir”.

 

akşemsettin mektubu

 

Kasım Bolat ise mektup içeriğini şöyle özetlemişti:

“İstanbul’un Fethine dair tek vesika, Akşemseddin’in, Fatih’e yazdığı mektuptur. 20 Nisandaki deniz muharebesinde Osmanlı donanması başarısız olunca, Fatih’in canı çok sıkılır. Kuşatmayı durdurmak isteyenler için ise bu durum fırsat olur. Akşemseddin, yazdığı mektupta, kuşatmaya devam etmesi gerektiği, moralini bozmamasını, dahası kuşatma sürecinde ve özellikle bu başarısızlıkta kabahati olanların acilen bulup hemen cezalandırması gerektiğini, yoksa ilerde daha büyük sorunlar çıkartabileceklerini söyler ve bu süreçte daha şedit davranmasını tavsiye eder.”

 

Akşemseddin’in İstanbul’un Fethi Öncesinde Fatih Sultan Mehmet’e Yazdığı Mektupta ‘Zafere İnanmayanlarla Yollarını Ayır‘ İfadesinin Yer Aldığı İddiası Doğru Değil

 

Milli Saraylar Twitter hesabından yapılan paylaşımda, Akşemseddin’in Fatih’e mektubunda “zafere inanmayanlarla yollarını ayır” yazdığını (mektubun kimden kime yazıldığını dahi doğru aktaramadan) şöyle ileri sürmüştü:

“Fatih Sultan Mehmed’in, Hocası Akşemseddin’in yazdığı mektup… Fethin seyrini değiştiren mektupta, ‘zafere inanmayanlarla yollarını ayır’ yazılı”

 

milli saraylar akşemsettin mektubu

 

Ancak iddianın aksine, yukarıda aktarılan içerikte de görülebileceği mektupta “zafere inanmayanlarla yollarını ayır” ifadesi geçmez. Ancak Akşemseddin söz konusu mektupta, İstanbul’un fethi sırasında yaşanan aksama karşısında Fatih’e yumuşaklık ve merhamet göstermemesi, kusurlu olanların ve fethe muhalif olanların tespit edilip (görevlerinden azledilmeleri de dahil olmak üzere) en şiddetli şekilde cezalandırılması yönünde tavsiyede bulunmuştur.

Tarihçi Sinan Çuluk bahse konu paylaşımla ilgili şu yorumda bulunmuştu:

“Bu sayfa resmi bir sayfa mı? Eğer öyleyse mektubun kimden kime yazıldığını anlaşılır bir şekilde ifade edemeyen sayfanız, bu belgeyi hiç anlayamaz. Zaten anlayamamışsınız. Mektubun hiçbir yerinde “zafere inanmayanlarla yollarını ayır” anlamında bir cümle yok.

Ama ne var? Peygamberin “ne güzel asker” övgüsüne mazhar olduğu iddia edilen fetih ordusundakilerin “yasak Müslüman’ı” olduğu, “Allah için canını ve başını koyanların azdan az olduğu” “bir ganimet gördüklerinde canlarını dünya için ateşe attıkları” yazılı.”

 

Yorumunuzu yazınız...