1 Aralık Dünya AIDS Günü olması dolayısıyla, AIDS ve HIV kavramları ile ilgili karıştırılanları ve yanlış bilinenleri ele almak istedik.

AIDS’in açılımı Acquired Immune Deficiency Syndrome olup Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendromu anlamına gelmektedir ve adından da anlaşılacağı üzere bir sendromu tanımlar. HIV’nin açılımı ise Human Immunodeficiency Virus olup İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü anlamına gelmektedir ve bir patojeni ifade eder. Yani HIV isimli patojen, AIDS’in en büyük oluşum sebebidir.

HIV’nin insanda bağışıklık sistemi hücrelerine zarar vererek zayıflatması sonucu vücutta HIV enfeksiyonları denilen birtakım fırsatçı enfeksiyonlar meydana gelir. Bu enfeksiyonların ilerlemiş olan ölümcül haline Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendromu (AIDS) adı verilir. İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü (HIV) ile AIDS arasındaki ilişki 1980’li yıllarda anlaşılmıştır.

Virüs, vücuda alındıktan 6-12 hafta sonra bağışıklık sistemi tarafından antikor geliştirilmektedir. Bu antikorlar, enfeksiyona engel olamaz; ancak virüsün testler ile tespiti açısından son derece önemlidir.

HIV’yi yok edecek herhangi bir ilaç bugün dahi olmasa da; vücutta çoğalmasını önleyen ilaçlar mevcuttur. Böylelikle enfeksiyon kontrol altında tutularak, kişinin yaşam kalitesini düşürmeden günlük yaşantısını sürdürmesi mümkün olmaktadır.

Virüs vücuda alındıktan sonraki ilk 6-13 yıl arası sürebilen döneme asemptomatik dönem adı verilmektedir. Asemptomatik dönemde kişi, hiçbir belirti göstermez; ancak virüsü bulaştırmaya devam edebilir. Hastaneye başvurmayı gerektirecek belirtiler genellikle erken semptomatik dönem olarak adlandırılan süreçte gözlenmektedir. HIV enfeksiyonunun bir sonraki aşaması ise AIDS dönemidir. AIDS döneminde, bağışıklık sistemindeki zayıflıklar iyice hissedilir hale gelir, fırsatçı enfeksiyonlar ve hatta bazı kanser türleri ortaya çıkabilir.

 

HIV Bulaşması Hakkında Yanlış Bilinenler

HIV ile ilgili toplumdaki en büyük yanılgılar genellikle bulaşma yöntemleri ile ilgilidir. Bu konuda hatalı bilgiye sahip kimseler yüzünden, HIV ile yaşayan bireylerin dünyanın çeşitli bölgelerinde ayrımcılık ve dışlanmaya maruz kaldıkları bilinmektedir. Toplumda dışlama, damgalama, ayrımcılık gibi olumsuz durumlara maruz kalan HIV ile yaşayan bireylerin, ruh sağlıklarının ve bilişselliklerinin olumsuz yönde etkilendiği ve bunun da yaşam kalitelerine olumsuz yönde yansıyabildiği, yapılan çalışmalar ile ortaya konulmuştur.

HIV; sarılma, öpüşme, tokalaşma, dokunma, gözyaşı, ter, tükürük, aynı yerde oturmak, aynı havayı solumak, aynı iş yerinde çalışmak, aynı duşu, havuzu ya da tuvaleti paylaşmak, tabak, bardak, kaşık, çatal paylaşmak gibi durumlarda BULAŞMAMAKTADIR.

Hayvan ısırmaları, böcek sokmaları ile bulaştığı şeklindeki iddiaların da gerçeklik payı bulunmamaktadır.

HIV’nin bulaştığı bilinen durumlar; korunmasız cinsel birliktelik, test yapılmamış kan, doku ve organ nakilleri, ortak kullanılan şırınga ve kesici aletler ile yaralanmalardır. Bir diğer bulaşma yolu da hamile anneden bebeğe bulaşma olsa da, doğum öncesinde, esnasında ve sonrasında doğru adımlar uygulanarak anneden bebeğe bulaşma engellenebilmektedir.

Bazı ülkelerde eşcinsel ilişki ile bulaşma, HIV’nin en sık bulaşma yolu olsa da; dünya genelinde heteroseksüel ilişki, en sık görülen bulaşma yoludur. Özellikle bazı Afrika ülkelerinde, anneden bebeğe bulaşma da oldukça ciddi seviyelerdedir. Normal şartlarda anneden bebeğe bulaşma, antiretroviral ilaçlar ile kolayca önlenebilen bir bulaşma yolu olsa da; dünyanın bazı bölgelerinde bu ilaçlara erişimin sınırlı olması nedeniyle tamamen engellenememektedir.

 

HIV ve Damgalama

HIV enfeksiyonu konusundaki etiketleme ya da damgalama, yıllardan beri gündemde olan bir konudur. HIV ile ilgili yapılan başlıca damgalamalar, hakkında dedikodu yapmak, sözel taciz, tehdit ve incitme olarak tespit edilmiştir. HIV ile yaşayan kişilerin, kimi zaman işlerinden atıldıkları ya da sağlık hizmeti alamadıkları durumlar olduğu da bilinmektedir. Yukarıda bahsettiğimiz üzere HIV’nin bulaşma durumları bellidir, HIV ile yaşayan bir birey ile yan yana oturmak, dokunmak gibi eylemler hiçbir şekilde virüsün bulaşmasına sebep olmaz. Ayrıca yine bahsettiğimiz gibi uygun tedaviler ile kişinin günlük hayatına devamı sağlanmaktadır. Öyle ki, HIV ile yaşayan kişiler, gerekli tedaviyi aldıkları takdirde evlenebilmekte, çocuk sahibi olabilmekte, yaşamlarını sağlıklı bir biçimde sürdürebilmektedirler.

HIV ile yaşayan bireyler için kullanılan tanımlamalar da zaman zaman bu damgalamaların bir parçası olabilmektedir. HIV, bir hastalığın değil; virüsün adı olduğundan dolayı “HIV hastası” gibi bir ifade zaten yanlıştır. AIDS de bir sendrom olup bir hastalıklar tablosunu ifade eder, dolayısı ile “AIDS virüsü” kullanımı da yanlıştır. Karşımıza çıkan bir diğer kullanım ise “AIDS hastası”dır. Bu ifadenin kullanımı da damgalayıcı olduğundan tavsiye edilmemektedir. Zaten AIDS, HIV enfeksiyonlarının son aşamalarından birisinin adı olup HIV ile yaşayan herkes, enfeksiyonun bu aşamasında değildir. “AIDS enfekte” terimini de kullanmaktan kaçınmak gerektiği bildirilmektedir.

Dünya genelinde uzmanlar tarafından tavsiye olunan ve damgalamadan en uzak olduğu söylenen kullanımlar “HIV ile yaşayan kişi” ve “HIV pozitif kişi” ifadeleridir.

AIDS hastası, HIV hastası, AIDS enfekte, HIV enfekte, HIV taşıyıcısı, AIDS taşıyıcısı gibi kullanımlar damgalayıcı ve hatalı olup kullanılmamalıdır.

Damgalama konusunda dünyanın çeşitli yerlerinden araştırmacılar çok sayıda çalışmalar yapmış, damgalama sorununun çözümü için çabalamışlardır.

Türkiye’de de araştırmacılar, HIV ile yaşayan kişilerin maruz kaldığı damgalama üzerine birtakım çalışmalar yapmışlardır. HIV ile yaşayan pek çok kişinin, damgalama yüzünden gelirini ya da işini kaybettiği; sağlık hizmetlerine ve sosyal hizmetlere erişemediği ve bunlar gibi daha başka bir çok haklarından mahrum kaldığı ortaya konulmuştur.

Sydney Üniversitesinden araştırmacılar tarafından, Avustralya’da yaşayan İranlılar arasındaki damgalamayı incelemek için İranlı göçmenler ile yapılan bir çalışmada, katılımcılar, HIV pozitif oldukları takdirde damgalamaya uğrayacakları konusunda kaygıları olduğunu dile getirmişlerdir. Hatta katılımcıların önemli bir çoğunluğu, uğrayacakları damgalamanın, test yaptırma kararlarını etkileyeceğini ifade etmiştir.

Ülkemizde Sağlık Bakanlığı ayrımcılık ve damgalamaya engel olmak adına, sağlık kuruluşuna başvuran HIV pozitif kişilerin ad, soyad ve T.C kimlik numarası gibi bilgilerini almamakta; bu kişilerin bilgilerini kod ile bildirmektedir.

 

Ahmet Kekeç’in Cumhurbaşkanına Aids Virüsüyle Suikast İddiası

Ahmet Kekeç, Star Gazetesi‘nde “FETÖ’nün yeni suikast silahı AİDS virüsü” başlığıyla 24 Mart 2018’de yayınlanan köşe yazısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a FETÖ’nün Aids virüsü ile suikast girişiminde bulunacağını belirtmiş; ancak, bu iddiası AİDS ve HİV virüsüne dair hatalar içermekte:

"Demek ki Erdoğan’ı götürmek için yeni bir “çalışmaya” koyuldular ve hocaları bunun “müjdesini” veriyor. Yeni suikast silahları da AİDS virüsü...

Lafı çok uzatmadan Ekşi Sözlük’ten skydance‘in “açılın doktor geldi” mesajıyla yaptığı açıklamayla Kekeç’in iddiasının neden gerçeği yansıtmadığını aktaralım:

HIV biyoterör ajanı olarak kullanılabilecek virüslerden biri değildir. İlk olarak bulaşması zor, sadece kan ve cinsel yolla bulaşır. İkinci olarak survive’ı uzun. HIV ile enfekte olan kişilerin ortalama yaşam ömrü 8-10 yıl kadardır ve antiretroviral tedaviler ile bu süre çok daha uzayabilir. 64 yaşında bir kişinin 10 yıl içinde doğal sebepler ile ölme ihtimali, AIDS nedeniyle ölme ihtimalinden daha fazladır.  

 

İLAVE:

AIDS’in virüs kaynaklı olmadığını iddia edenlere de şahit olunabiliyor.

 

aids virus kaynakli degil

 

Yorumunuzu yazınız...