Ah, Göğsündeki Her Yarayı Merhametle Öptüğüm. Geç Kalınan Hiçbir Hayat, Hayat Değildir. Hayatın Olmayı Dilerdim.” Sözünün Didem Madak’a Ait Olduğu İddiası Doğru Değil

Mezkur İfadeler Tuğba Karademir’e Ait

Yanlış İddia

 

Bugün Osman Konuk’un ifadesiyle “hayatı ve şiiri sahici bir kendini gerçekleştirme ve bunun cömertçe şiire sunma hikâyesi” olarak gören Didem Madak’a (8 Nisan 1970- 23 Temmuz 2011) (hatalı şekilde) izafe edilen “Ah, Göğsündeki her yarayı merhametle öptüğüm. Geç kalınan hiçbir hayat, hayat değildir. Hayatın olmayı dilerdim.” sözlerini ele alacağız.

Sosyal medyada bahsi geçen sözün Didem Madak’a ait olduğu iddiası ile sıkça paylaşıldığına şahit oluyoruz:

 

ah Göğsündeki Her Yarayı Merhametle Öptüğüm

 

ah Göğsündeki Her Yarayı Merhametle Öptüğüm

 

hayatın olmayı dilerdim

 

geç kalınan hiçbir hayat hayat değildir

 

Didem Madak’ın Grapon Kağıtları (2000), Ah’lar Ağacı (2002) ve Pulbiber Mahallesi (2007) adlarında üç kitabı bulunuyor. Pulbiler Mahallesi, şairin ölümünün ardından Metis Yayınlarınca dergilerde kalan tüm şiirleri dahil edilerek “Ardından” başlıklı bölümün eklenmesiyle yeniden basıldı. Böylece tüm şiirleri kitaplarında toplanmıştır. Bahse konu olan sözlerin şiir kitaplarında yer almadığını gördük.

Yine Madak’ın yakın dostu şair Zeynep Köylü’nün hatıralarında yer verdiği “Sylvia Uyan! Nicholas Sütünü İçmedi!” gibi yazıp yırttığı şiirleri de var. Fakat bu şiirlerin şair tarafından hiç paylaşılmadığını, yok edildiğini, herhangi bir kaydının olmadığını öğreniyoruz.

Didem Madak’a ait olarak yaygın bir biçimde paylaşılan sözlerin ilk olarak Tuğba Karademir’in Tumblr hesabında paylaşıldığını görüyoruz. Bir kadının ağzından mektup türünde oluşturduğu metni Madak’tan “Ah’lar Ağacı” şiirinin bir kısmının alıntılayarak tamamlar Karademir.

Tuğba Karademir’in Tumblr profilinde paylaştığı metin şu şekildeydi:

“ben geç kalmayı hayat felsefesi haline getirmiş bir kadınım. sana da geç kaldığımın farkındayım. ama inan ki ilk kez bunu bilerek yapmadım. senin gibi bir adamın varlığından haberdar olsaydım yıllar önce doğar sana yıllar önce rastlar yıllar önce… bilmiyorum. sen ki başını dizime yaslayıp geçmişteki tüm hatalarını anlatırken sesi çatallaşan adam. seni sevmemek mümkün mü! seni bir anne şefkatiyle saramayacak kadar yorgun bir kadın olduğum için üzgünüm. üzgünüm bu kadar geciktiğim için. benden önce başka kadınların hayatına girip seni bu kadar yıpratmalarına, ağlatmalarına müsaade ettiğim için üzgünüm. donuk bakan gözlerin için üzgünüm. göğsünde bir cenin gibi kıvrılıp uyuyamayacağım her gece için de üzgünüm.
sana bu mektubu bir tren garından yazıyorum. yollar mıyım ya da sana ulaşır mı bilmiyorum. tek bildiğim hayatın beni her zaman ötelediği ve sana afilli bir veda etmem gerektiği. evet. gidiyorum. bundan böyle bir kabusla çarpıştığım gecelerde ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim bile yok. yalnız uyanacağım, arayacağım kimsem de yok. “sırtından kalçalarına dek bir şelale gibi dökülüyor” dediğin saçlarımı da kestim. üzgünüm. bir kadın gidişinin bileti olarak saçlarını kesermiş.
yalnız kadınlar kendi kendini teskin eder demişti annem, üç yıl evvel yani ölmeden önce. o da yalnız bir kadındı. bize rağmen.
biliyor musun ben çok adam incittim. daima içimden geçeni söyledim. “içi dışı bir” deyimini biraz fazla benimsedim belki bilmiyorum ama nazik olmak için süslü cümleler kuramadım hiç. yalancılığın nezaket adı altında pazarlanmasından hep nefret ettim. ben buyum işte. doğru söyleyen, dokuz köyden kovulan, bunu zerre umursamayan, kendi dünyasını inşa eden bir kadın. insanlar beni çok yaraladı. bunu yaparken yüzleri kızarmadı, gocunmadı hiçbiri. ben en azından dürüstlükle incitiyorum. incitmenin bile bi onuru olduğuna inanıyorum. mektubun bu kısmının seninle ilgisi olmadığını düşünebilirsin ama yanılıyorsun. ben inşa ettiğim dünyaya yalnızca seni dahil etmeyi diledim bugüne kadar. olmadı, olmayacak. bu yüzden kendi dünyamı terk ediyorum. dünya ancak ölürken terk edilmez, endişelenme, ölmüyorum. sadece kendime yeni bir gezegen aramak için yola koyuluyorum.
güzel gülüyorsun, bunu çok harcama olur mu? bir de basit kadınlar uğruna şiir yazma. benden sonra bir kadına şiir okuyacaksan mesela, bu çocuğunun annesi olsun en azından. hayatını adayacağın kadına içini aç. meyve soyarken yanlışlıkla el kayması sonucu oluşan küçük bir bıçak izi gibi kadınlarla değil de jilet izi gibi geçmeyecek olan kadınla uyu mesela. gözüm arkada kalmasın bu açıdan. seni doğru bir kadının yüreğine emanet ettiğimi bileyim. bana sık sık yaz diyebilmeyi isterdim. ama adresimi öğrenmene müsaade etmeyeceğim. biliyorum ki gelirsin. biliyorum ki “zaten geç kaldığını söylüyorsun, şimdi nasıl gitmekten söz edebilirsin!” der ve zorla geri getirirsin. ah, göğsündeki her yarayı merhametle öptüğüm… geç kalınan hiçbir hayat, hayat değildir. hayatın olmayı dilerdim.
sana son olarak bir şiirle veda edeceğim;

“…
Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya:
Olanlar oldu tanrım
Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!

Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Kapının arkasında yokum demiştim
Ve divanın altında da.
Bulamazsınız ki artık beni,
Hayatın ortasında.
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Beni kimse bulamazdı
Tanrı’nın arkasına saklansam.
O Kocamandı, en kocamandı o.
Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.

Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.
Kaç metredir benim yokluğum?
Benden daha çok var sanmıştım.
Benim yokluğumdan dünyaya
Bir elbise çıkar sanmıştım.
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
Sonunda ben de alıştım.
Ah…dedim sonra,
Ah! ”

 

Mektubunun sonuna eklediği sözlerden sonra Madak’ın şiirini alıntılayan Karademir’e ait sözlerin bu nedenle şaire atfedildiğini düşünüyoruz. Yine sözlerin sahibi Tuğba Karademir ile yaptığımız görüşmede mezkur sözlerin kendisine ait olduğunu doğrulayıp mektubu yayımladığı ilk platformun bilgisini de paylaşmıştır.

Sosyal medyada bahse konu ifadelerin Tuğba Karademir’e atfedilerek aktarıldığı paylaşımlarla da karşılaşıyoruz (Karademir’in “bu sözün sevgili madak’a ait olduğunu bir kaynakla ispatlayabilir misiniz? telifi bana ait çünkü. madak’ın hiçbir kitabında yok bu yazı.” ifadesiyle sözün şahsına ait olduğunu belirttiği görülebiliyor (Sözlerin asıl sahibinin ismiyle paylaşılmasına müdahalede bulunan okurların olması dikkat çekici)).

 

tuğba karademir ah Göğsündeki Her Yarayı Merhametle Öptüğüm

 

Didem Madak’ın şiir anlayışıyla Tuğba Karademir’in sözleri arasında benzerlik bulunmadığını, ilhamını Madak’tan alan Karademir’in ilk yazılarından biri olduğunu belirttiği mektubunda Madak’a nazaran farklı bir dili olduğunu söyleyebiliriz.

Didem Madak’ın şiir anlayışını incelediğimizde ise söyleşilerinde hayat bulan ipuçlarının ona dair önemli bilgiler verdiğini görüyoruz. Bir söyleşisinde şair olmasının hikâyesini şöyle anlatmıştır: “13 yaşındayken annem öldü. Hani bazı insanlara isimleri çok yakışır ya, işte annem o insanlardandı. İsmi Füsun’du. Annemden bana kalan tek miras bir sihirdir. Onu ne zaman özlesem bir şiir yazdım.” Annesinin isminden esinle şiirine efsunu, büyüyü, sihri eklemiş, ironik bir dille; kadınlık durumlarını her daim şiirine konuk etmiş olan şair, Dilek Direnç’in özlü tanımlamasıyla “Önceli ve çağdaşı kadın şairler gibi, şiir yazmayı seçerek kadim geleneklerce kadınlara uygun görülen ‘sessizliği’ kırmış, ‘geleneğin kalıplarını kabüllenmek’ yerine, şiirin merkezine kadınları, üstelik bodrum katlarının, gecekonduların, kenar mahallelerin ‘karnabahar kızartan’ kadınlarını, onların halen asli yaşam alanı olan mutfakları, odaları, yani eviçlerini ve ev işlerini koyarak yazmıştır.

Asuman Susam’ın “Hem kendi kuşağı hem edebiyat tarihimizin bütünü içinde kendine özgü sesi, söylemi, hayatla, kendisiyle, insanla ve toplumla kurduğu bağ ve iletişim biçimiyle biricikliğini ilk kitabından itibaren hissettirmiş bir şair” olarak tanımladığı Didem Madak, dizelerinde Orhan Veli, Nazım Hikmet, Edip Cansever, Cemal Süreya’nın sesleri yankılanan kendine has bir sese sahiptir.

Madak, “Kadın şair” adlandırmasını bir zaaf olmaktan çıkararak, şiirlerini akıttığı bir yatağa dönüştürmüş, poetikasının temel taşlarından biri haline getirmiştir. “Hayatımda ve kadın oluşumla ilgili çözemediğim bazı meselelerim var. Bütün bunlar yokmuş gibi kitabî şiirler yazamam.” demiştir. (Müjde Bilir)

21 Mart 2003 Dünya Şiir Günü’nde Bilkent Üniversitesinde yaptığı konuşmada şiir yazmasını “çaresizlik durumuna” denk düştüğünü söyleyen şairin annesini küçük yaşta kaybetmesinin ağırlığını tüm hayatı boyunca taşıdığını bu nedenle de, “Herhangi bir kadının gölgesinde büyümedim. Kız çocukla hayat arasında anne, bir tampon vazifesi görür, diye düşünüyorum. Yani anne, kıza hayatı süzerek getirir ve ona kültürel kodları verir.” derken Tuğba Karademir’in mektubunda olmaya çalıştığı, ona ilham olan kadını bizzat yaşamış, ayakta tutmuş, güçlükler karşısında pes etmemiş, hayata tutunmayı ve ne olursa olsun yaşamayı seçmiş bir şair olarak 2002 yılında Müjde Bilir’e söylediği sözler onu tanımak adına mühimdir (Bilir, Müjde (2002). “Didem Madak’la Söyleşi”, Varlık, 1141, s. 1-3):

“26 yaşıma kadar her istediğimi yaptım, bu neye mal olursa olsun. Sonra bir gün yolun sonuna geldiğimi hissettim. Kendime dur demem gerekiyordu. İnsan ya ölerek ya da yaşamaya karar vererek kendini durdurabilir. Ben yaşamaya karar verdim.”

 

didem madak
Didem Madak

 

Bugün doğum günü olan şairi hayırla yad ederken “Siz Aşktan N’anlarsınız Bayım?” şirine yer vererek yazıyı noktalayalım.

Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum…
Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!

 

Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır
Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse göz yaşlarım…
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin Allahını bilirim bayım!

 

Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Balkona yorgun çamaşırlar asmayı
Ki uçlarından çile damlardı.
Güneşte nane kurutmayı
Ben acılarımın başını
evcimen telaşlarla okşadım bayım.
Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım

 

Süt içtim acım hafiflesin diye
Çikolata yedim bir köşeye çekilip
Zehrimi alsın diye
Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz
İlahiler öğrendim.
Siz zehir nedir bilmezsiniz
Zehir aşkı bilir oysa bayım!

 

Ben işte miraç gecelerinde
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,
Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
Bir şiir aradım.
Geçen üç yıl boyunca
Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.
Ülkem olmayan ülkemi
Kayboluşumu aradım.
Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Bir ters bir yüz kazaklar ördüm
Haroşa bir hayat bırakmak için.
Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.

 

Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan.

 

Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız!

 

Yorumunuzu yazınız...