* Kapak görseli: Charles de Steuben’in “Puvatya Muharebesi” (“Battle of Poitiers”) adlı tablosu (Brittanica’dan alıntı)

 

1 Nisan Şakasının Kökeninin Haçlıların Endülüs Müslümanlarını Hileyle Katletmesine Dayandığı İddiası Doğru Değil

Yanlış İddia

 

Bugün 2 Nisan. 1 Nisan’ın ertesi günü. Dün geleneksel olduğu üzere yine 1 Nisan şakaları yapıldı. Geçtiğimiz yıllardakine benzer şekilde kimileri bu şakaları gerçek sandı.

Bazıları ise 1 Nisan’ın Müslümanları katletmek için başvurulan hileden çıktığı iddiasını tekrarlamaktan kendilerini alıkoymadı. Bu vesileyle 1 Nisan şakasının kökenine dair bu iddiayı ele alalım istedik.

İddiaya göre,  bir Haçlı komutanının 15. asırda zorla fethedemediği Endülüs kalesini 31 Mart gecesi “bu gece size bir şey yapmayacağım” taahhüdüyle İncil ve Kuran üzerine yemin edip teslim almasının ardından mezkûr sözünün “dün” için geçerli olduğunu belirtip ertesi gün tüm Müslümanları kılıçtan geçirmesiyle 1 Nisan’ın Hristiyanlıkta “hile günü” olarak addedilmiş ve 1 Nisan şakasının kökeni de bu vakaya dayanıyormuş.

Bu iddiayı “1 Nisan Şakasının Gerçek Yüzü” başlığıyla paylaşılan ve yaygın şekilde alıntılanan metin şu şekilde:

“15. yüzyılın sonlarında, Haçlı ordusu İspanya’daki Endülüs Müslümanlarının son kalesini kuşatır. Uzun süren bir kuşatma olmasına rağmen, kış aylarının da etkisiyle, kale korunabilmektedir. Durumun zorluğunu anlayan Haçlı ordusunun komutanı değişik taktikler düşünmektedir.

 

En sonunda 31 Mart gecesi kalenin önüne giderek bir elinde Kur’an bir elinde İncil; “Şu iki kutsal kitap üzerine yemin ederim ki, teslim olursanız bu akşam size bir şey yapmayacağım.” der, taahhütte bulunur. Gerekli görüşmelerden sonra canlarının kurtarılması karşılığında Müslümanlar, Haçlı ordusunun komutanına güvenerek kaleyi teslim ederler.

 

Ertesi sabah, yani 1 Nisan sabahı, Haçlı ordusu komutanı bütün Müslümanların katledilmesi için emir verir.

 

Bunun üzerine, kaleyi Haçlılara teslim eden Müslümanlar “Hani iki kutsal kitap adına yemin etmiştiniz, bize söz vermiştiniz, ne oldu?” dediklerinde Haçlı ordusu komutanı “Benim sözüm size dün akşam içindi, bugün için size bir sözüm yoktur.” diye cevap verir ve bütün Müslümanlar orada şehit edilir.

 

İşte o gün bugündür 1 Nisan Hristiyanlar arasında “Hile Günü” olarak kutlanmaktadır.

 

Maalesef halkımız arasında da yaygınlaşmış, yüzlerce, binlerce Müslümanın katliam günü olan 1 Nisan’lar, hâlâ bir şaka günü olarak kutlanmaktadır.”

 

1 nisan sakasinin gercek yuzu

 

İnternetten bulduğu Haçlı askerlerin yer aldığı görseli kapağında kullandığı haberde herhangi bir güvenilir tarihî kaynak atfına yer vermeksizin basmakalıp ifadeleri aktaran haber sitelerinin iddiasının aksine 1 Nisan şakası geleneği Haçlıların Endülüs’te Müslümanları hile ile katletmesine dayanmıyor.

Star ve Yeni Akit gibi haber sitelerinde “Kaynaklarda bugün İspanya olarak bilinen ve Müslümanların yurdu olan Endülüs’te yaşananlar ve sonrasında ‘hile günü’ olarak anılan 1 Nisan’ın bugünkü şaka günüyle ilişkili olduğuna dair kuvvetli bilgiler yer alıyor.” notuyla aktarılsa da 1 Nisan şakalarının kökeninin Endülüs’e dayandığına dair muteber kaynaklarda bir aktarım görülemiyor.

1 Nisan şakası geleneğinin hangi olaya dayandığına dair net bir bilgi olmasa da, köken araştırması gerçekleştiren kaynakların sıraladığı olasılıklar arasında Hıristiyanların Müslümanlara yönelik iddia edildiği gibi bir hileye yönelik bir atfın yer almadığı anlaşılıyor.

1 Nisan şakalarının kökenini oluşturduğu sanılan Endülüs’teki hileyle kaleme teslim alımı hadisesi ne aktarıldığı gibi gerçekleşmiş ne de 1 Nisan günü meydana gelmiş.

Endülüs’te kale teslimine dair anlatılan hadisenin 2 Ocak 1942 tarihinde Müslüman İspanya’daki son kale olan Gırnata’nın (Granada) teslimine ait olduğu anlaşılıyor.

1482 yılında başlayan savaş, 1491 yılının Kasım ayında başlayan görüşmeler neticesinde Müslümanların teslim olmaya karar vermesiyle ve Gırnata’nın düşmesiyle neticelenmişti. 25 Kasım 1491 tarihinde Gırnata Emiri Ebu Abdullah Muhammed (İspanyolların tabiriyle Boabdil) ile İspanya Krallığı arasında imzalanan Gırnata Antlaşması ile, halkın canına, malına ve dinine dokunulmaması gibi bir dizi şartla şehrin teslimiyle birlikte İber Yarımadası’nda Müslümanların 782 yıllık siyasi varlığı sona ermişti.

 

girnatanin teslimi
Francisco Pradilla Ortiz’in Granada’nın teslimini resmetiği tablosu

 

Endülüs’te Müslümanların son devleti olan Gırnata Emirliği yıkıldıktan sonra Müslüman halkın bir kısmı Mağrib’e göç etse de, şehrin teslimi esnasında verilen sözlerin yerine getirileceğine inanan çoğunluk kendi topraklarında kalmıştı. Gırnata’nın İslâmî kimliğinin ve kurumlarının korunması, Müslüman ve Yahudilere hiçbir zarar verilmemesi, kimsenin Hristiyan olmaya zorlanmaması gibi taahhütler, 1497 yılından itibaren İspanyollarca yerine getirilmemişti.

Ayşe Kılıç, “İspanyol Engizisyonu ve Müslümanlar” başlıklı makalesinde (2016. İnsan ve Toplum. 6 (1)) bu süreci şöyle özetlemişti:

“Hıristiyanların işgalleri belli aralıklarla birbirini takip etti. Gırnata’nın ele geçirilip, reconquista hareketinin tamamlanmasına yakın, 1485’te Rûnde (Ronda), 1486’da Muklîn (Moclín), 1487’de Beleş Mâleka (Vélez Malaga) ve Mâleka (Málaga), 1489 yılında ise El-Meriyye (Almería) gibi Endülüs’ün büyük şehirleri teker teker Hıristiyanların eline geçiyordu.

 

Bu işgallerden sonra Müslümanların bir kısmı, henüz Hıristiyanlar tarafından işgal edilmemiş Endülüs şehirlerine yerleşmeyi tercih ettiler. Endülüs tamamen istilâ edilince de, Hıristiyan hâkimiyeti altında yaşamaktansa Kuzey Afrika’ya göç etmeyi seçtiler. Göç edenler, genelde şehrin ileri gelen ailelerine mensup ve ulemâ sınıfından olanlardı. Ancak göç edenlerin dışındaki büyük bir çoğunluk, kendi topraklarında kalmayı tercih ettiler. Hıristiyan hâkimiyeti altında yaşamaya başlayan tüm Müslümanlara müdeccen (mudéjar) ismi verilir. Bu durumda, yapılan antlaşmalarda canlarına, mallarına, dinlerine, örf ve âdetlerine dokunulmayacağı teminatının verilmesi etkilidir. Daha önceki yıllarda da birçok Endülüs şehri işgal edilirken benzer teminatlar verilmiş ve Müslümanlara kendi topraklarında kalma hakkı tanınmıştı. Ancak antlaşmalarda zaman zaman ihlâller yapılmış ve Benî Ahmer (Nasrî Hanedanı) Emirliği’nin (1238-1492) başkenti olan Gırnata şehri teslim alınırken yapılan antlaşmanın hükümlerine de 1497 yılına kadar riayet edilmişti.”

 

“Hâlbuki Isabel ve Fernando, Müslüman halkın kendilerine tanınan hakların geri alınacağından şüphe ettikleri zaman, 29 Kasım 1492’de Allah’a yemin ederek, bütün Müslümanların inanç, çalışma ve ticaret yapma serbestliğine sahip olduklarını söylemişlerdi. Müslümanların kraliyetin özgür unsurları olduğunu ve yine kendi dinlerini özgürce yaşayabileceğini belirtmişlerdi. Bunun için bkz. Geddes 1709: 5; Gil Sanjuan 1979: 134; Thomson 1989: 252.”

 

Reconquista (Yeniden Fetih) idealini gerçekleştiren Kastilya Kraliçesi Isabel (1474-1504) ve Aragon Kralı Fernando (1479-1516), 31 Mart 1492 tarihinde, vaftiz olup Hıristiyanlığa geçmeyen tüm Yahudilerin ülkeden kovulacağını ilân etmişti. 12 Şubat 1502 tarihinde çıkarılan bir emirle ise, din değiştirmeyen Müslümanlar zorunlu sürgüne tabi tutulmuştu. Yayımlanan fermanla 14 yaşın üstündeki erkekler ile 12 yaşından büyük olan kadınların Kastilya Krallığı’nı terk etmeleri, bu yaş grubunun altındaki çocukların ailelerinden alınıp Hıristiyan ailelere verilmesi istenmiş, zorla göç ettirilenlerin altın ve gümüş haricinde taşıyabildikleri mallarını yanlarına almalarına izin verilmişti (Feridun Bilgin (2010). “Gırnata’nın İşgali (1492) Sonrasında Endülüs’teki Müslümanların Asimilasyonu”. Mukaddime. Sayı: 2). Halkın Hristiyan olmaya zorlanması sonrasında Endülüs Ayaklanması meydana gelmişti. 9 Nisan 1609 tarihinde ise Endülüs’te kalan son Müslümanların sürgün sürülmesi kararı III. Felipe tarafından alınmıştı.

Teyit, yayımladığı analizde 1 Nisan’ın Müslümanları katletmek için başvurulan bir hileden ortaya çıktığı iddiasının yanlış olduğunu, 1 Nisan’ın ortaya çıkış noktasının belirli olmadığını aktarmıştı.

İbrahim Halil Er, 1 Nisan’ın kökenini teşkil ettiği sanılan Endülüs’teki katliamın tarihinin 1 Nisan ile bir ilgisinin bulunmadığı tespitini şöyle aktarmıştı:

“Kral Ferdinand Gırnata üzerine yürümeden önce onlara şöyle bir haber gönderdi: “Benim amacım, Gırnata devletini gasp ve mahvetmek değildir. Belki bir müddetten beri İslam yönetimi hanedanında meydana gelen nifak ve fesattan dolayı ne hudutlarda güvenlik, ne Gırnata devletinin reayasında ne de Kaştale hükümeti tebasında huzur ve rahat kalmamıştır. Bu hanedan kendi kendilerini düzeltemeyeceklerini anladıklarından, yalnız Gırnata’nın durumunu düzelterek savaş sorunlarını ortadan kaldırmak için Es-Sağir’i himayesi altına alacağını ve bundan sonra bir daha kavga ve çatışma çıkmayacağını, İslam ahalisinin daimi bir refah içinde bulunacağı belirtti.”

 

Halkın çoğunluğu saf kalpli olduğundan bu vaadlere inandılar. Gırnata Meclisinde konuşan Musa b. Ebul Gazan’ın savaşalım çığlıklarına meclisin çoğunluğu teslim olalım şeklinde yanıt verdi.

 

Bunun üzerine meclis şartları görüşmek için Hacib Ebul Kasım’ı Ferdinand’a gönderdi.

 

Ferdinand ve İzabel, ummadıkları bu yaklaşım üzerine hayrete düştüler. İki tarafın heyeti Gırnata yakınlarında Cerine köyünde müzakere yaptılar ve sonuçta bir antlaşma hazırladılar. Ardından ahidname yapıldı. Emir Ebu Abdullah es-Sağir ile yandaşlarına özel olarak imtiyazlar verildi. Bu imtiyaz da 14 maddeden oluşmaktadır. Yani bir anlamda Gırnata’yı altın tepsi ile sunan hainlere mükafat verilmiş oldu.

Antlaşma toplam 55 maddeden oluşmaktadır.

 

Fakat Ferdinand Emir’e hıyanetinin karşılığı olarak onu ödüllendirdi. ama halka ve içindekilere acımadı. Yani yapılan antlaşma sadece ikna içindi. Kağıt üzerinde kalmıştı. Zaten böyle bir antlaşma yapmak karşındakinin insafına kendini terk etmek demekti.

 

Antlaşma iki eşit güç arasında olur veya onların üzerinde daha güçlü bir hakemin kefaletiyle olur. Onun dışında yapılanlar sadece teslim olmaktı.

 

Emir şehri teslim edip Endülüs’ü terk ettiğinde Badol tepesine çıkar. Burası İspanyollar arasında “Arab’ın ah ettiği yer” olarak meşhur olmuştur. Orada pişmanlıkla ağlar. Annesi ona “ağla, ağla, namussuz alçak! Çünkü vatanını ve saltanatını yiğitçe koruyamadın. Şimdi sana karılar gibi ağlamak yaraşır.”

 

1. Nisan’ın ihanet günü olduğu rivayetinin kaynağı bu olaya dayansa da olay 1 nisan’da gerçekleşmemiştir (2 Ocak 1492). Kanımca olay ve zaman mefhumu zamanla halk muhayyilesinde birbirine karışmış ve bu olay 1 Nisan olarak anlaşılmıştır.

 

Fakat yine de bir komutanın eline Kur’an alarak ikna çalışması yapması kaynaklarda görülmedi. Mutlaka bir kaç olay zamanla halk tarihinde birbirine karışarak günümüze gelmiştir.”

 

1 Nisan Şakasının Kökenine Dair Net Bir Bilgi Mevcut Değil

1 Nisan şakası geleneğinin nasıl ortaya çıktığı aslında bir muamma.

Farklı rivayetler dile getirilse de en yaygın kabul gören anlatı, 1 Nisan’ın 1564 yılında Fransa Kralı 9. Charles’ın yılbaşını 1 Nisan’dan 1 Ocak’a almasından bihaber olanların “Nisan aptalları” (April Fools) olarak nitelendirilmesi ve 1 Nisan’ın “Nisan aptallarının günü” (April Fools’ Day) olarak adlandırılmasına, yılbaşını hâlâ 1 Nisan sanan kişilerle “Nisan balığı” (Poisson d’Avril) yakıştırmasıyla alay edilmesine dayandığı yönünde.

Bu anlatı şu şekilde detaylandırılmaktadır:

“Her ne kadar roma imparatoru Julius Caesar (Sezar) milattan önce 46 yılında takvimin başlangıcını ocak ayı olarak ilan ettiyse de, 16. yüzyılın ortalarına kadar Avrupa’da yeni yıl geleneksel olarak, bahar aylarının başlangıç tarihi olarak da kabul edilen, mart ayının 25’inde başlardı.

1564 yılında Fransa kralı ix. Charles, takvimi değiştirerek yıl başlangıcını ocak ayının birinci gününe aldı. O zamanki iletişim şartlarında bazı insanların bundan haberi olmadı, bazıları ise bu kararı protesto etmek amacıyla eski adetlerine devam ettiler. 1 Nisan’da partiler düzenlediler, birbirlerine hediyeler verdiler.

Diğerleri ise bunları nisan aptalları olarak nitelendirip bu güne ‘bütün aptalların günü’ adını verdiler. Bu günde diğerlerine sürpriz hediyeler verdiler, yapılmayacak bir partiye davet ettiler, gerçek olması mümkün olmayan haberler ürettiler.

Yıllar sonra takvimin ayları yerine oturup, ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışılınca, Fransızlar l nisan gününü kendi kültürlerinin bir parçası olarak görmeye başladılar. Adeti gittikçe süsleyerek, zenginleştirerek ve yaygınlaştırarak devam ettirdiler. Bu adetin İngiltere’ye ulaşması yaklaşık iki yüzyıl sürdü, oradan da Amerika’ya ve bütün dünyaya yayıldı.

1 Nisan şakalarının sembolünün ‘nisan balığı’ olmasının nedeni ise mart ayının sonlarına doğru, Güneş’in balık Burcu’nu terk ediyor olmasıdır.”

Bazı tarihçiler ise 1 Nisan’ı, Latince ‘neşeli’ anlamına gelen Hilaria festivali ile ilişkilendirmekte.

1 Nisan’ın kuzey yarım kürede baharın ilk günü olarak da bilinen bahar ekinoksu ile bağlantılı olduğuna, bu dönemde Doğa Ana’nın değişken ve önceden kestirmesi zor hava şartlarıyla insanları kandırmasına atfen bu şakaların yapılmaya başlandığına inananlar da mevcut.

Fransa’da yılın bu döneminde balık avının yasak olmasından dolayı bazı şaka severlerin balık avcılarını kandırmak için ırmaklara ‘Nisan Balığı’ diye bağırarak çiroz ringa balıkları atmaları sonucunda bu geleneğin oluştuğunu ileri sürenler de var.

 

1 Nisan kutlamasının kökenine dair bu hatalı iddiayı köşesine taşıyan yazarlardan tespit edebildiklerimiz şu şekilde:

 

1 Yorum

Yorumunuzu yazınız...